Ege... 'NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE'
Son dönemde adı, yazdığı "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" marşıyla sıkça anılan Ege'yi ikinci kitabının çıkma aşamasında İstanbul- İstinye'de, İzmir lokmacısında yakaladık. Ege, sevenlerinin merak ettiği soruları Korkusuz'dan Hakan Cerrahoğlu'na yanıtladı.
Röportaj: Hakan Cerrahoğlu
Sadece ülkenin değil, dünyanın dört bir yanında “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” marşı çalınıyor, söyleniyor, milli bayramlarda coşku yaratıyor… Öncelikle neden bir marş yazma gereği duydun? Bu kadar sevileceğini bekliyor muydun?
Bizler öyle bir kuşağız ki, dönem itibari ile Atatürk ve onun kurduğu cumhuriyetin kıymetini anlamadan büyüdük.
Öyle bir dönem geldi ki Atatürkü ve cumhuriyetin nimetlerini yeniden keşfettik. Bizleri bir arada tutan muhteşem marşlarımız var ama sokağın dili değişti.
Yeni seslere ve yeni sözlere ihtiyaç vardı. Benim yaptığım, sokağın diline bir melodi eklemek oldu. Bu nedenle, benim değil bizim marşımız, diyorum.
Aradığın kuvvet damarlarında, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”… Bu kadar çok sevilmesi ve sahip çıkılması, Atatürkçü bir besteci olarak inanılmaz derecede gururlandırdı beni.
Tek dileğim, cumhuriyetimiz var oldukça marşımızın söylenmesidir.
Sevenlerin seni ekranda görememekten şikayetçi!
“Survivor” için yaşlı, diziler içinse haddimi bilecek kadar akıllıyım, diyelim… Müzik kanalları ne yazık ki tek boyutlu ticari meta haline geldi.
Kendilerine göre 15-22 yaş kuşağını hedefliyorlar ama baktığında bu kuşak da dönüp internette doksanlar dinliyor. Dünya bu işi aslında çözmüş durumda ama bizde bu tıkanıklık sürüyor.
Dünya bu işi nasıl çözdü?
Telif gelirleriyle çözdü. Bağımsız ve ticari olmayan projeler, adil ve sağlıklı telif gelirleriyle müziğini yapmaya ya da filmini çekmeye devam etti.
Bu ne demek, dersen: Batı’da adam albüm yapmış ve bir milyon satmış… Meslek birlikleri sayesinde muazzam para geliyor ve sanatçılar kimseye boyun eğmeden yeni albüme ya da filme girecek parayı kazanıyor.
Bizde ki durum nedir? Sen teliflerden yeterince kazanmıyor musun?
Kazanmaz olur muyum! Kariyerimde 10 albüm, 5 single var. Toplam albüm satışım 6 milyondan fazla. Geçen yıl gelen telif miktarı 3.000 TL civarındaydı.
Bu kariyerdeki bir Alman, Fransız hatta Yunan sanatçı şatoda yaşıyor! Bizdeki durum şudur: Bir ay evde oturursan evdeki deri koltuğu yemeye başlarsın?
O zaman Orhan Gencebay, “Ben aç ve sefil bestecileri düşünüyorum” derken bunda gerçeklik payı var mı?
Olmaz olur mu! Hatta, bizzat kendisinin bu duruma katkısı var. Açıkçası bu ülkenin yapı taşına emek vermiş binlerce bestecinin kalp kırıklığı var Orhan Beye…
Üzülerek söylüyorum, bana göre -en azından- besteciler arasında Orhan Gencebay’ın “babalık” misyonu bitmiştir.
“Benim tuzum kuru, ben aç ve sefil bestecileri düşünüyorum” derken, MESAM’da yaklaşık 25 yıl boyunca -başkanlık dahil- yöneticilik yaptığını söylüyor.
Kırk yıldır devleti yönetenlerle yakından dostluğuyla övünürken, neden aç ve sefil bestecilerin haklarını korumak için adım atmıyor!
Basit bir örnek vereyim: 10 milyon nüfuslu Yunanistan’da, geçen yıl toplanan telif miktarı 225; 80 milyon nüfuslu Türkiye’de ise 4,5 milyon Avro civarı!…
Bizden neredeyse altmış kat fazla! İnsanlar, izlemediği TRT’ye ödediği elektrik faturasından pay veriyor; 30 milyondan fazla internet kullanıcısı ise her gün internetten müziğini dinlerken ya da filmini izlerken bir kuruş vermiyor!
Tüm temiz kalbimle söylüyorum, internet faturalarına insanımızın cebini yakmayacak şekilde her ay iki lira telif bedeli koysanız bu memleketin özlediği yetmişler, seksenler, doksanlar müzik kalitesi geri gelir.
Dünyanın bütün medeni ülkelerinde, eczane dahi açsan “müzik ruhsatı” şartı aranır. Banka şubelerine, taksilere ve radyosu olan araçlara yıllık 100 TL’lik telif şartı gelse, bu ülkenin kurumaya yüz tutmuş sanat damarı canlanır.
Muhalif misiniz?
Kime ve neye göre? Bu ülkenin değeri apaçık ortada. Bu değerleri yok sayıyorsan muhalifim!
Yine Orhan Gencebay’ın, “Sanatçıdan muhalif olmaz, devlete saygı duymayan nimetlerinden de yararlanmasın…” şeklinde açıklamaları var.
Bu mevzudan çıkan sonuç, “Muhalif sanatçı devlete saygısı olmayan sanatçıdır, yok edelim gitsin!” şeklindedir. Bir konuda anlaşalım…
Sanat ve sanatçının referansı devlet değil yaşadığı toplum ve evrensel kriterlerdir.
Bu söyleme baktığınızda, kitapları 40’tan fazla dile çevrilen Yaşar Kemal, eserleri 50’den fazla dile çevrilen Nâzım Hikmet, eserleri en çok yabancı dile çevrilen dördüncü yazar Aziz Nesin, 50’den fazla ülkede konser veren ve eserleri pek çok senfoni orkestrasının kataloğuna giren Türk besteci ve piyanist olarak konser veren Fazıl Say, besteleri 21 dile çevrilmiş Zülfü Livaneli saygısız ve devletin nimetlerinden yararlanmayacak öyle mi!
Bu isimler, dünyadaki Türk markasına eşsiz değerler katmış büyük sanatçılardır. Sanatçı, yaşadığı toplumun nefesidir, gözüdür, sesidir.
Devleti yöneten de nihayet bir tepede; peki nasıl anlayacak halkının tepkisini… Elbette sanatçının duruşu ve eserleriyle!
Sanatçı için eser ve duruş, içten pazarlıklı bir esnaflık değil, bilinçli bir reflekstir. Bunu en iyi bilmesi gereken yine Orhan Gencebay’dır; çünkü o, devlet radyo ve televizyonlarının yasaklarına rağmen, “Kula kulluk edene yazıklar olsun!” diyerek toplumsal hiyerarşiyi reddettiği için bu halkın Orhan Babası olmuştur.
Peki siz, devlete saygısız davrandığınızı düşünüyor musunuz?
Ailemden aldığım terbiyede devlet esastır. Devlete sevgim de saygım da sonsuzdur. Ne yaptıysam, ne yaşadıysam ve neyi başardıysam bu topraklarda, bu bayrağın ve bu gökyüzünün altında, halkın ve Hakk’ın sayesinde olmuştur.
O sebepten, “Ne mutlu Türküm diyene!” demek benim için esastır.
Hiç bitmeyen enerjinle ikinci kitabın bitmiş; yolda da yeni bir albüm var galiba?… Ne zaman tanışacağız yeni eserlerinle?
*Kitabı henüz bitirdim, yeni yılın başında çıkarmayı planlıyorum. Bu arada, Ukrayna’nın önemli sanatçılarından Viktor Pavlik’le iki şarkıma düet yapmak için Kiev’e gideceğim.
Albüm dışında da 2019’da sahneye koymak için hazırladığım bir müzikalim olacak.
Seni iki konser arası yakaladık… Ne zaman ilk İstanbul konseri? Sevenlerin nereden ulaşsın sana?
29 Ekim’de, Beşiktaş Barbaros Meydanındaydık. Yoğun istek üzerine, 14 Kasım’da da Beşiktaş “Dorock XL” konser alanında sahne alacağız.
Benim de en büyük derdim, sevenlerimle buluşacak mecra bulamamak. Önereceğim tek adres, instagram adresim olacak; “egeisyan” yazarsanız bir arada olacağız.
Geçtiğimiz hafta Galatasaray- Fenerbahçe derbisinde Fenerbahçeli Üniversite öğrencisi Koray Şener kalp krizi geçirdi. Gencecik üniversiteli öğrencinin ölümü herkesi üzdü.. maçtan sonra yayıncı kuruluşun uzattığı mikrofona, Fatih Terim’in duyarsız kalması ve bir takım holigan taraftarın “seni sevmeyen ölsün” sloganı, hakkında görüşlerinizde bize kalan nedir? Acılar mı , umutlar mı yoksa unutulan insanlık mı?
Öncelikle Koray Şener’in mekanı cennet olsun, Ailesine, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Koray Şener’in ölümüne ben de çok üzüldüm, inan..
Duyarlı davranışlarından dolayı Ali Koç ve yönetim kuruluna ve orada bulunan Fenerbahçelileri alkışlıyorum..
Sevgili Hakan, maçı televizyondan izlerken yayıncı kuruluş kulübün davetlisi olarak gelen ilkokul çağında elli kadar çocuğun görüntüsünü verdi…
Düşünün, futbolu sevsin diye gelmiş o elli çocuk, binlerce kişinin öfkeli küfürlerini duydu, saha içindeki büyük bir kavgaya da tanık oldu ve en kötüsü de ölüme karşı duyarsızlığı gördü!
Bu tür davranış biçimleri, bu tip kişiler, çocukların, gençlerin şiddete meyilli olmasına kötü örnekler..
Bütün rol modellerin, böyle teknik adamların, şiddete başvurduğu bir ülkede hoşgörü ve barışı nasıl yaratacağız!
Öncelikle, başta ülkeyi yönetenler olmak üzere, spor endüstrisindeki bütün figürler söylem ve davranış biçimini değiştirecek, şiddete başvuran bütün rol modeller hak ettiği cezayı alacak ve şiddetin bir yaşama biçimi olmadığını öğrenecekler…
Kaynak:sözcü.com.tr
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.