Elif Kask Pisacane...YASAK ELMA'NIN ENDER'İ BENİM ROMANIMDAN!
abdpost.com editörü Esra Öziskender, Gerilim roman yazarı Elif Kask Pisacane ile keyifli bir söyleşi yaptı. İki bölüm halinde yaptığı röportajın ilk bölümünü bir solukta okuyacaksınız.
Elİf Kask Pisacane,röportajda “Yasak Elma’daki Şevval Sam’ın oynadığı Ender karakteri benim ‘İpler Benim Elimde’ romanımın ana karakteri Yıldız’dan esinlenilmiş “dedi.
Marina Del Rey, Los Angeles yakınlarında bir liman kasabası. Ama öyle sıradan bir liman kasabası değil. Çok özel ve çok güzel.
Kuzey Amerika’nın en büyük doldurma limanı burası. 5000 civarında tekne buraya demirleyebiliyor.
Ben de buraya ilk defa giderken akşam üzeri yolda, arabamda kendi kendime düşünüyorum: Bir insan neden kendisine meslek olarak cinayet romanları yazarlığını seçer?
Biraz sonra bunun cevabını ve daha merak ettiğim birçok sorunun cevabını alacağım.
Arabamı park ediyorum. Kapıyı sevgili Elif açıyor! Eşi Rafael de evde. Hoş beşten sonra salona geçiyoruz.
Nefis bir Fransızca parça çalıyor, her yerde mumlar, okyanus manzarası ve elimizde şampanya kadehleri ile sohbete başlıyoruz.
Rafael izin isteyerek içeriye çalışma odasına geçiyor biz Elif’le başbaşa sohbetimize devam ediyoruz.
Tabi sadece şampanya değildi ikram, birşeyler de yedik, kahve içtik, çay içtik, hatta çok sevdiğim framboğazlı pasta bile yedik ama ben sizlerin şöyle dediğinizi duyar gibi oluyorum
“Yedikleriniz, içtikleriniz size kalsın, siz neler konuştunuz?”
Evet sohbetimize başlayalım o zaman:
EÖ: Elif’cim, 1976 Istanbul doğumlusun. Boğaziçi Üniversitesi’nde başladığın eğitimine Teksas Üniversitesi’nde İşletme bölümünde devam ederek 2000 yılında mezun olmuşsun. Biyografinde edebiyatçı bir aileden geldiğin yazıyor. Bunu biraz açar mısın?
EKP: Annem de babam da Türk dili ve edebiyatı profesörleri…. Edebiyatin icinde büyüdüm. Sabah kahvaltısında dahi roman yorumu, yazar tahlili yapılırdı bizim evde.
Annem Cumhuriyet Gazetesi’nde yazardı. Babamı çok erken yaşta kaybettik ama annemin hayatı hala edebiyat….
Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi’nde anneme ayrılmış bir bölüm var. İstanbul’a her gittiğimde uğrarım.
Sanırım hem genetik hem de yetiştirilme tarzım beni bu günlere getirdi. Annem küçükken günlük tuttururdu.
Hergün kontrol ederdi. Dilimi, imlamı, kurgumu düzeltirdi. Ben yazar olmak için yetiştirildim yani…
EÖ: Babacığına, babalarımıza Allah rahmet eylesin. Desene göbekten yazarmışsın zaten.
Örnek aldığın Türk ve yabancı yazarlar var mı? Mesela hemen polisiye türlere örnek olarak aklıma Agatha Christie ve Dan Brown geliyor.
Gerilim romanları deyince de dünyanın bir numaralı gerilim romanı yazarı Stephen King geliyor.
EKP: Ben yazıda doğallıktan, sadelikten hoşlanırım. Okunmasi kolay olan, kolay akan romanları severim.
Zor olan, önemli olanı, yani hikayenin özünü, anlatmak istediğini, basite ve okunması kolaya indirgeyebilmektir.
Ben uğraşmamalıyım yazar ne demiş acaba diye defalarca cümleleri okumaya….
Yazar uğraşmalı ben bunu nasıl en sade ve net şekilde okuyucuya verebilirim diye… Sait Faik severim…
Oguz Atay Severim…. Ernest Hemigway severim. Konuşur gibi yazılanı, zorlama olmayanı ama Mevlana gibi Şems gibi, iki basit cümleyle dünyanı alt üst edeni, seni kendine getireni severim…
İlkokuldayken Agatha Christie'nin tüm kitaplarını bitirdim. Katili hiç bulamaz, çok sinir olurdum. Mısır'a gittim sırf 'Nil'de Ölüm' romani için….
Aswan Nehri'nde bes günlük bir yolculuktan sonra Agatha Christie'nin Nil'de Ölüm'ü yazarken kaldığı otele ulaştık….
Ortaokul'dayken Stephen King'e mektup göndermiştim. Hayrandım ona…. Karakterleri niye hep öğretmenler ve niye hep mısır tarlaları var romanlarda diye sormuştum.
Cevap gelmemişti…. Eline mi gecmedi, benim o zamanlar süper kırık İngilizcemi mi anlamadı, onu bilemem ama beni cevaplamadı.
Karakterleri niye hep öğretmenler ve niye hep mısır tarlaları var romanlarda diye sormuştum. Dan Brown'ın Melekler ve Şeytanlar ve tabiki Da Vinci Code'u beni çok etkiledi.
Her ne kadar daha sonraki romanlarında ayni başarıyı yakalayamasa bile bence din tarihinde devrim yarattı Dan Brown, dini sorgulaması ile.
Bir de J. K. Rowling'e saygi duyarim. Onun parasızlıktan devlet yardımı altında olduğu o günlerde, o inanılmaz beyninde yarattığı dünyaya hayranım.
Harry Potter'a…. Rowling'in yarattigi o bambaşka boyuta, oradaki karakterlere hayranım…. Çünkü kimseyi taklit etmedi.
Sil bastan yepyeni bir dünya yarattı…. Yoksulluktan, kalemi ve yaratıcılığı sayesinde en varlıklıya ulaştı.
Bazen bu dünyadan çıkıp masalların dünyasına gitmeyi seviyorum. Harry Potter'la beraber onun dünyasına gitmeyi biraz orada kalmayı seviyorum…
İşte onun için de kimse benim kadar Universal Studios'dan keyif alamaz… Benim için tüm Harry Potter'ın dünyasını yaratmışlar :)
EÖ: Seninle ne kadar çok ortak yanımız varmış. Stephen King'i ben de çok severim ama ona mektup yazmamıştım.
Tabi biz lisedeyken sadece mektup vardı ve eğer ünlülerin fan klüpleri varsa ancak o şekilde hayranların mektuplarına geri dönüyorlardı.
Brook Shields'ın fan klübünden bana onun imzalı bir kartpostalı postalanınca Amerika'ya gitmiş gibi sevinmiştim mesela.
Ve de masal dünyasını ben de çok severim. Her masalda da bir hakikat saklıdır.
Elif'cim, seninle tanışan herkesin eminim ilk dikkatini çeken şey feminen yanın. Hatta eminim şöyle bir afallayanlar da çok oluyordur.
Alışık olmadığımız bir yazar tiplemesi. Nasıl bu kadar kadınsı olabiliyorsun ve dişiliğini ön plana çıkarmaktan çok zevk alıyorsun ve bunu çok büyük bir doğallıkla yapıyorsun?
Sen de takdir edersin ki her kadının istese de bu kadar ustalıkla başarabileceği bir şey değil. Sendeki bu motivasyonun kaynağı nedir?
Hep mi böyleydin? Bize biraz o muhteşem tarzından ve tarzının özelliklerinden bahseder misin?
Bir de Orhan Pamuk "kendimi döve döve yazar yaptım" der. Senin yazar olma tarzın nedir?
EKP: Senin de dediğin gibi kendini seksi olmaya zorlayan kadında seksapel eğreti hatta itici durur. Ben seksi olmaya calişmıyorum.
Seksi olduğumun da farkında değilim açıkcası ama bunu senin gibi herkesten duyduğum icin itiraz etmeyeceğim.
Esra'cığım az önce de bahsettiğim gibi ben yazıda doğallıktan ve sadelikten hoşlanırım…. Orhan Pamuk'un dilini sevmem mesela.
Orhan Pamuk'un, 'kendimi döve döve yazar yaptım' demesi gibi…. O zorlama okuyucuya geçiyor.
Romanların içeriği güzel, bilgi birikimi yüksek ama kolay akmıyor romanları…. Cümlelerin üzerinde çok fazla çalışılmış.
Özellikle karmaşıklaştırılmış. Akmıyor…. Konuşur gibi sade yazmıyor. Doğallıktan uzak... O zorlama okuyucuya geçiyor.
EÖ: Senin aynı zamanda gazeteci bir geçmişin de var. Röportaj yaptıklarının içinde seni en çok etkileyen kimdi ve neden?
EKP: Ben öyle kolay kolay kimseden etkilenmem dersem lütfen bunu ukalalık olarak alma. Hepimiz biriz….
Aramizdaki tek fark bazılarımızın kendini daha iyi pazarlıyor olabilmesi. Yeni sosyal zekası daha yüksek olan insanlar popüler olmayı başarıyor.
Herkesin artıları da var eksileri de. Bazıları eksilerini, zayıf yönlerini maskelemeyi daha iyi beceriyor. İşte bu yüzden de 'röportaj yapılan' insan olmayı başarıyor.
Ya da mesleklerinde, yaptıkları işte daha başarılı oldukları için 'popüler' olmayı başarıyorlar.
Röportaj yaptıklarım icinde beni en çok etkileyen kişi değil ama bana en çok faydası dokunan kişi Donald Trump oldu. Donald Trump sayesinde ün kazandım.
Trump'tan sonra herkes bana röportaj vermek için resmen sıraya girdi. Çünkü ben Trump'ın röportaj vermeyi kabul ettiği gazeteciydim….
O sıralar Trump hiç kimseye röportaj vermiyordu. Çok fazla seçiciydi.
EÖ: Ben de tam da şimdi bu konuya gelecektim. Donald Trump'la röportaj yapan ilk Türk olarak bize bu deneyimini anlatır mısın?
Nerde, nasıl oldu? Olaylar nasıl gelişti? O röportajı okuyabileceğimiz bir link var mı?
Sene 2004…. 2005'e girmek uzereyiz. Aralik Ayı…. New York'ta yaşıyorum o zamanlar…. Bambaşka bir Elif, bambaşka bir hayat….
Akşam Grubu'nun ekonomi dergisi Platin için röportajlar yapmaya yeni başlamıştım.
'New York'tan Iş Notları' başlığı altında New York'taki devlet adamlarımızla, diplomatlarla, iş adamlarıyla röportajlar yapıyordum.
Sosyal medya yok tabiki o zamanlar. Öyle kolay değil herkese ulaşmak…. O sıralar Donald Trump'ın 'Apprentice' diye bir reality show'u var.
Ratingler nasıl yüksek!!! Tüm Amerika Trump'in showuna kitleniyor…. Tabii ben de…. Genel Yayın Yonetmenime 'ben Trump'la yapabilir miyim röportaji?' diye sordum.
Bana gülerek , 'Yaparsan Türkiye'de medyayı sallarız' dedi, yapabileceğime pek de inanmayarak.
O zamana dek Trump'la hiç bir Türk gazeteci röportaj yapabilmiş degildi…. Elimde gazeteci kimliğim bile yok….
Apprentice'in de son bölümü canlı olarak yayınlanacak ve Trump canlı yayında kimi seçtiğini ve işe aldiğını açıklayacaktı….
Kısacası popüleritesinin inanılmaz yoğun olduğu, tüm medyanın peşinde olduğu bir dönemdeydik.
Beşinci Avenue'daki Trump Tower'a gittim ve güvenliğe aksanımı ağırlaştırıp, İstanbul'dan geldiğimi, iki güne kadar Turkiye'ye geri dönmek zorunda olduğumu, Trump'la röportaj yapmak istediğimi söyledim.
Güvenlik görevlisi elime bir telefon numarası tutuşturdu ve bu numarayı arayın randevu almak için dedi.
Tabiki benim o numarayı arayıp reddedilmek gibi bir niyetim yoktu. Gazetecilikte 'kafa kola almak' diye bir deyim vardır.
Güvenlik görevlisini beni üst kata, Trump'in Ofisine çıkarması için ikna ettim.
Adamcağız benimle birlikte asansöre binip beni yukarı Trump'in ofisine çıkarırken, 'inanamıyorum bana bunu yaptirdığına' diye söyleniyordu. 'Umarım işimden atılmam.'
Trump'ın ofisine geldiğimizde güvenlik görevlisi Trump'ın Medya İlişkileri Başkanı olan Meredith Mc Iver'la tanistirdi beni.
Daha sonra iyi arkadaş olduğum Meredith'le o gün görüşebilmek sayesinde Trump röportajını ayarlayabildim.
Trump güzel kadınlara asla hayır demez, yarın gel yap röportajı dedi. Kulaklarima inanamamiştım o zaman.
İkizler burcunun güzel bir örneği olan Sülün Osman gibi Boğaz Köprüsü'nü satmasam da, yine de ikna gücüm kuvvetlidir…. Ama kabul etmeliyim ki şansım da yaver gitti.
Ertesi gün yani 16 Aralik 2004'te Trump'la 5th Avenudeki ofisinde röportaj yaptım. Çok değişik bir aurası var.
Güçlü, deli dolu, şov yapmayı seven, kendine hayran, yüksek egolu biri Trump ama asla kötü bir insan degil.
İçi dışı bir, enerjisi yüksek, disiplinli, hırslı, kafasına koyduğunu yapan biri. Kendisini ifade ediş tarzı Obama gibi değil tabiki….
Halktan biri gibi konuşuyor. Amerikan halkı bu üsluba alişık degil. Seveni çok olduğu gibi sevmeyeni de çok fazla.
Ya nefret ediliyor, ya da çok seviliyor. Ortası yok…. Çok uzun sure Trump haberlerini Turkiye'ye ben verdim. O
ğlu Donald Trump Jr ve kizi Ivanka Trump'la da ilerleyen yıllarda röportaj yaptım. Trump'la da ilerleyen yillarda yeniden röportaj yaptım.
Hürriyet Gazetesi Kelebek eki röportaj haberini manşetten tam sayfa verdi. Tarih 5 Ocak 2005.
O zamanlar sosyal medya ve internet gazeteciliği böyle degildi. Linke ulaşılabileceğini sanmıyorum. Ama habere ulaşılabilir arşivlerden...
EÖ: Harika! O zamanlar tabiki nerden bilebilirdin geleceğin Amerika Başkanı ile röportaj yapıyor olduğunu. Ne güzel bir anı.
Terör ve gerilim romanları yazarı olarak biliniyorsun ve ilk romanın 21 yaşındayken yayınlanmış.
Şimdiye kadar toplam kaç kitabın yayınlandı ve bunlardan kaç tanesi terör ve gerilim romanı? Diğerleri ne üzerine? Bize kısaca bilgi verir misin?
EKP: Toplam 7 romanım yayınlandı. Ilk romanım "Sevgiye Zaman Var" hümanist bir romandı…. Gerilim yazmaya 2. Romanim "Lanetli Genler" ile başladım.
'Sevgiye Zaman Var' dünyayi gezip her renkten, her dinden, her ülkeden insanlarla güçlü dostluk bağları kuran genc bir çift hakkında.
Sevginin romani…. Aramizdaki farklılıklara değil, insanlığa, özümüze yoğunlaşan bir cifti ve onların maceralarını anlatıyor.
Hepimiz Biriz, hayat aslında çok basit ama biz kafamızda yarattiğımız sabit fikirlerle zorlastiriyor, bize benzemeyenleri ötekileştiriyoruz.
Anlamiyoruz ki eğer yaratan isteseydi hepimizi ayni yaratırdı…. Ama farklı olmak güzel…. Bize benzemeyeni de sevebilmek tanrisallık….
Kusursuzu sevmek kolay, büyüklük kusurlu olanı da sevebilmek…
İkinci romanim 'Lanetli Genler' bir psikolojik gerilim aslanda…. Korku romanı da diyebiliriz ama roman bittiginde o yorumu yapmak okuyucuya kalıyor.
Okuyucunun istediği gibi bitirmesini istediğim bir romandı "Lanetli Genler"... Okuyucu kendi algısına, yorumuna ya da isteğine göre kafasında sonunu yazdı romanın…
Üçüncü romanım 'Ve Sonra Bir Gün' bir reenkarnasyonun öyküsü…. Geçmiş hayatta baslayan olaylar zincirinin, günümüze taşınması….
Gerilim var çünkü bir önceki hayatta öldürülen bir genç kadının yeniden dünyaya gelişi ama yine aynı katille karşılaşması….
Karma ile de ilgili bir roman diyebiliriz…. Ya kahramanımız kurtulacak ya da yine ayni kaderi yaşayacak….
Bazen hemen yanıbaşımızda en çok sevdiğimiz, en çok güvendiğimiz insanlar bir önceki hayatta çok büyük karma borçlarımızın olduğu insanlar olabilir….
Insana en büyük zarar en yakınından gelir, uzaktaki insan sana asla güvendiğin, sevdiğin, kalbini actığın insanlar kadar zarar veremez….
Eee boşuna dememiş atalarımız "dostunu yakininda dusmanini daha da yakınında tut" diye…
Dördüncü kitabıma kara mizah tarzında bir biyografi de diyebiliriz…. Büyük yankı getirdi çünkü içinde görevlerini kötüye kullanan diplomatlarımızdan da bahsettim.
Yaptığım büyük röportajlara yer verdim. Görevini suistimal eden diplomatlar benden korkar oldu o kitaptan sonra….
"YASAK ELMA MI İPLER BENİM ELİMDE Mİ?"
Beşinci romanım 'Senaryo' ve altıncı romanım "İpler Benim Elimde" aslında aynı roman….
İkinci baskıda romanın ismini değiştirdik. Romanın ana karakteri Yildız Waldox o kadar sevildi ki, eleştiriler romanın isminin de Yıldız Waldox hakkında olması yönündeydi.
Yayinevim ve ben bu eleştirileri ciddiye aldık ve haklı bulduk. Çok zor koşullar altında Turkiye'den Amerika'ya gelen genç bir Türk kadının merdivenleri tırmalaya tırmalaya çıkışı ve Amerika'nın en güçlü kadınlarından biri olmasını anlatan bir roman….
Bu romanın içinde de terör var. Yani Amerikan jet seti bir sekilde teröre bağlanıyor.
Ekranlarda şimdilerde çok meşhur olan 'Yasak Elma' dizisindeki Şevval Sam karakterini çok andıran bir Kadın Yıldız Waldox.
Hatta benim romanımdan esinlenip böyle bir dizi yarattıklarından şüpheliyim doğrusu. Yasak Elma'daki Eda Ece'nin oynadığı karakterin adi bile 'Yıldız'.
Benim romanım onlardan çok daha önce basıldı…. Esinlenmeler oluyor ne yazık ki ama kimse kimseye telif ödemiyor, izin almıyor…
Yedinci yani son romanım "Boşanırken" bir cinayet romanı…. Boşanma romanı değil…. Boşanma olayının çevresindeki seri cinayetler….
Gerçek olaylar ve kişilerden esinlenerek yarattiğım bir roman…. Kendi deneyimlediğim olaylar ve kişiler baz alındı bu romanda.
Hatta komik bir şey söyleyeyim…. Bu romanı yazmaya başladığımı sosyal medyadan paylaşınca ve de hakim ilk bölümde öldürülünce eski eşimin avukatı Hakimler Savcılar Yuksek Kurulu'na benim hakkımda "bu kadın, hakimi öldürecek" diye şikayette bulundu.
Her ihbarı ciddiye almak zorunda kalan Savcilar Hakimler Yüksek Kurulu beni yakın takibe aldı. Hakim hala yaşıyor her neyse ki….
EÖ: Vayyyy...... Bak bak bak... Neler öğreniyorum neler! "Boşanırken" romanının bir boşanma romanı olduğunu düşünmüştüm ben de.
Kim derdi ki bir cinayet romanı olsun! Ayrıca karşı tarafın boşanma avukatının romandan ürküp seni şikayet etmesi de tam bir traji komedi!
EÖ: Aksiyon romanları olay unsurunun ön plana çıkarıldığı romanlardır. Yani sen bir olayı kafanda kurguluyorsun ki bu olay; polisiye, macera veya gerilim türü olabilir ve sonra bunun etrafında gelişen olayları yazıyorsun.
Nerden ilham alıyorsun? Bütün bu olaylar kafanda nasıl kurgulanıyor?
EKP: İnan ben başka yazarlar gibi plan yaparak yazmaya başlamam. Yani ne yazacağımı da, olayların nasıl gideceğini de, karakterlerin ne yapacağını da hiç bilmem….
Genelde aklıma gelen bir cümle ile başlar roman…. Ve kendi kendine oluşmaya başlar…. Yaratma sürecine girdiğim zaman hiç zorlamam kendimi….
Kendiliğinden bilgiler gelmeye başlar…. Araştırmayı roman geliştikçe ve ben yazdıkça yaparım. Kahramanlar yaptırtır o araştırmayı….
Şizofreni gibi birşey belki de yazar olmak…. Bir sürü karakter var ama hepsi sensin. Katil de sensin, onun peşindeki polis de, erkek de sensin, kadin da, çocuk da sensin yaşlı da….
Kuklacı gibisin…. Herkesi oynatan sensin, onlar adına konuşan sensin…
EÖ: Yazar olma yolunda kendi kendinle savaştığın ve kendini daha iyiye götürmek için uyguladığın yöntemler var mıydı?
Veya hala var mı? Bizimle bu yazarlık sancılarını ve sürecini paylaşır mısın kısaca?
EKP: Ben yazarlık sancısı çekmedim. Kendimi zorlamam yazmak için. Yazmaya karar verdiğim zaman başka bir boyuta geçiyorum. Sancısız doğuyor benimkiler…. Doğal Epidural :)
EÖ: Bir gerilim filmi veya polisiye film veya macera filmi izlediğinde olayların akışını tahmin edebiliyor musun?
Hatta filmin sonunu önceden görebilme yeteneği gelişti mi sende bu tür romanlar yaza yaza?
EKP: Şimdilerde hiç bir senaryo yaratıcıs Agatha Christie kadar zeki değil…. Onun katillerini hiç bulamazdım….
Az önce söylemiştim. Ya ben büyüdüm ve deneyim sahibi oldum, ya da hiç bir senaryo yazarı o kadar da zeki değil…. Genelde biliyorum nasıl biteceğini…
EÖ: Katil asla uşak değil diyorsun yani! :)
EKP: Asla!! (Gülüyoruz)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.