Hülya Koçyiğit... "BERİN MENDERES'İN HAYATINI OYNAMAK İÇİMDE UHTE KALDI"!
Hülya Koçyiğit, 15 yıllık bu projenin kendisi için önemini anlattı: Türkiye'nin demokratikleşme dönemini genç nesile anlatmak boynumun borcu!
Berin Menderes'in hayatını oynamak içimde ukde kaldı
Eski Başbakan Adnan Menderes'in eşi Berin Menderes'in hayatını oynama hayali kuran Hülya Koçyiğit, 15 yıllık bu projenin kendisi için önemini anlattı: Türkiye'nin demokratikleşme dönemini genç nesile anlatmak boynumun borcu!
Bayramı ailesi ile birlikte Londra'daki evinde kutlayacak, bu sırada da kısa süre önce evlenen torunu Neslişah Alkoçlar'ın kep törenine katılacak olan Hülya Koçyiğit ile bayram öncesi buluştuk. Koçyiğit, "İki bayramı birarada yaşayacağım" derken, projelerinden, hayallerinden, hayal kırıklıklarından ve hayatımızın her alanındaki şiddetten bahsetti...
Eski başbakanlarımızdan Adnan Menderes'in eşi Berin Menderes'in hayatını oynamayı çok istediğinizi biliyoruz. Sizi Berin Menderes'e bu kadar yakınlaştıran ne oldu?
Adnan Menderes'in iadei itibarı yapıldıktan sonra eşi Berin Menderes mezarını ziyarete gitmişti. Yıllar önce bu haberin fotoğrafını gazetede gördüm ve içim buruldu. 'Bu hanımın dramatik yaşam öyküsünü canlandırmak istiyorum' dedim ve 'bu senaryoyu en iyi Sefa Önal yazar' diye düşündüm. Hem o yılları yaşamışlığı var hem de iyi bir senaryo yazarıdır. Berin Menderes, eşinin mezarını ziyaret ettikten kısa bir süre sonra, 1994 yılında vefat etti. Sanki o anı bekliyormuş gibi... O da beni çok etkiledi. Sefa Önal ile birlikte, Aydın Menderes'e ulaştık; bize, annesinin yaşadığı yılları, içinde bulunduğu şartları anlattı. Üç ay kapı kapı dolaştık ve o dönemi bilen herkese anlattırdık. Kitaplar da tarandı. Ciddi bir hazırlıktan sonra bir şeyler değişti bende. Bunun bir TV dizisi olamayacağına karar verdim.
Neden?
Çünkü Türkiye'de bir şeyler olmuş. Tek partili dönemden çok partili döneme geçilmiş. Demokrasi oturtulmak istenirken neredeyse bir diktatorya kurulmuş. Türkiye'de ilk darbe gerçekleşmiş. Bu, Berin Hanım'ın hayat hikayesinden çıktı; Türkiye'nin hayat hikayesine döndü. Böyle bir film yapılmadı Türkiye'de. Böyle bir sinema filmini yapabilecek en iyi kişi olduğunu düşündüğüm için bu kez Halit Refiğ'i ziyaret ettim ve ona "Türkiye'nin tarihini anlatmak istiyorum" dedim. Refiğ dökümanları inceledi ve "Bunu ben yöneteceksem hikayesini de ben yazarım" dedi. Elimizde ne var ne yok kendisine verdik. Sonra o senaryolaştı. Çok çarpıcı ve gerçek bir senaryoydu. Bunun bir sinema filmi olması için o günün şartlarında 2 milyon dolar harcamamız gerekiyordu. Cebimize baktık, böyle bir paramız yoktu!
Sponsor bulamadınız mı?
Sponsorlar belli bir siyasi görüşü temsil ediyordu. Bu hikayenin mümkün olduğu kadar kuşbakışı bir anlatımı olmalıydı. Kültür Bakanlığı gibi resmi bir desteğimiz olsun ki askeriyeden ve cumhurbaşkanlığından da destek alabilelim istedik. İş ciddiye binince, onların da çekincesi oldu ve biz bu işi gerçekleştiremedik. Halit Refiğ'i de kaybettik zaten... Ama bu, benim içimde bir ukde olarak kaldı.
UMUDUMU KAYBETMEDİM
O senaryonun kitabı çıktı ama?
Evet, Halit Abi bunu kitap olarak bastırdı, adı da 'Şeytan Aldatması'.
Bu filmi yapmayacak mısınız?
Umudumu kaybetmedim ama belki de her şeyin bir zamanı var. Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir. Burada, demokratikleşebilmek için verdiğimiz mücadele anlatılıyor. Bunları genç nesile, bir sinema filmiyle anlatmak boynumun borcu.
Günümüzde de demokratik açılımlar gerçekleşiyor, takip ediyor musunuz?
Çok değil, çünkü sağduyumu kaybetmek istemiyorum.
Ne anlamda?
Çünkü olayların içine girdikçe sağduyunuzu kaybediyorsunuz. Bakın mesela, şiddete bizi ne kadar çok alıştırdılar. Kafam buraya takılmış durumda. Gazetelerde, televizyonda şiddetin de şiddetini detaylarla görüyoruz. Bir süre sonra kanıksıyoruz. Bu kadar şiddet ile iç içe olunca, şiddetin de şiddetini arar hale geldik. Bu beni çok ürpertiyor, üzülüyorum ve korkuyorum. Vur, kır, döv, kaç, tabanca, tüfek gibi sahnelerin olmadığı filmlere de insanlar itibar etmiyor artık, "Heyecan yok" diyorlar. Dünkü filmleri hatırlıyorum da gerçekten saf, masum, kardeşliği, birarada yaşamanın güzelliklerini bize anlatıyordu.
SAĞDUYUYA TOSLADILAR
Öyle yaşıyorduk çünkü...
Evet, şimdi ne oldu da birbirimizi asar keser hale geldik? Sen bizdensin, bizden değilsin noktasındayız... Biz ne ne zaman biz-siz olduk! Vatandaş olarak hepimiz siyasetten payımıza düşenleri alıyoruz. Türkiye'nin üzerinde Sevr'den beri farklı oyunlar oynanıyor. Geçmişte olan bir şeyleri kaşıyarak 'bunları nasıl birbirleriyle kavga ettirebiliriz' diye düşünüyorlar. Defalarca bizi birbirimize düşürmeyi denediler ama biz sağduyu ile hep üstesinden geldik. Sağduyunun içinde hoşgörü var, sabır var, kararlılık var, empati var ve bunu kaybetmek istemiyorum. Bana hep "Nerede o eski bayramlar" diye soruyorlar. Herkes geçmişinin daha güzel olduğunu düşünüyor çünkü bugün her şey zor. Bayram mı seyran mı; şu ortamda tadını çıkaracak durumda değiliz. Sırf siyasi meseleler değil ki, işsizlik, yoksulluk, şiddet... Eskiden bayramlar kelimenin hakkını veriyordu, bir şölendi. Dargınları barıştırmak, imkanı kıt olan insanlara yardım etmek için vesileydi. Bugün bu tadı yaşayamadığımız çok açık.
Eşiniz Selim Soydan ile 40 senedir evlisiniz. Sanat dünyasındaki en uzun ve mutlu evliliklerden biri sizinki herhalde?
Ben evlilik konusunda şanslıymışım. Doğru insanla karşılaşmış ve doğru bir karar vermişim. Bu evlilikten sürekli olarak beslendim. Çok düşünceli, aşkını tazelemek için yaşayan ve hep beni ön planda tutan bir eşim oldu. Ben de tabii ki çok mutlu bir kadın oldum.
KIZIM DA ŞANSLI
Kızınız da sizin gibi galiba?
Elbette ki kendi çocuklarım için de hep bunun hayalini kurdum. Çok şükür, kızım Gülşah da mutlu bir yuva kurdu. Bu yuvanın içinde yetişmiş bir genç kız olan torunum Neslişah da aynı kriterleri herhalde aradı hayatında, kendi yuvasını kurmayı düşlediği zaman... Zannediyorum o da şanslı ki onun karşısına da iyi yetişmiş, karakteri çok yüksek ve onu seven bir erkek çıktı. Dilerim başarırlar, mutluluklarını sonsuza kadar yürütürler.
Bu mutlu yuva için, hayatınızdaki en önemli şey ne oldu?
Hayattaki en önemli şey aile. Diğerleri, çalışarak, sabrederek, öğrenerek, özveride bulunarak bir şekilde öğreniliyor. Mesela bir insan gerçekten mimar olmak istiyorsa, okula gidiyor, araştırma yapıyor, stajını görüyor, çalışıyor ve başarılı olabiliyor; iş ki bunu gerçekten istesin. Ama evlilik her zaman sadece istemek değil, çünkü orada iki kişi söz konusu. Karşındaki de seninle aynı şeyleri istemeli. Çiftlerin, sahip oldukları güzellikleri emek vererek, niyet ederek daha da güzelleştirmeyi hedeflemesi, geleceğe öyle bakması gerekiyor.
BİTİRMEDİ CADILAR
Bir de, çok erken yaşta evleniyor sizin ailenizin fertleri...
Kızım Gülşah 17 yaşında daha lise talebesiyken, "Biz evlenmek istiyoruz" dedi ve bana büyük bir şok yaşattı. Ender ile evliliklerini, okullarını bitirmeleri şartıyla kabul etmiştim. Bana "Söz veriyoruz, okulumuzu bitireceğiz" demişlerdi ama bitirmedi cadılar! Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu anladıkları için, kendi çocukları evlenmeye karar verdiği zaman, 'okulun bitmesi kaydıyla' dediler. Neslişah da okulunu bitirdi. 30 Kasım'da kep giyme töreni olacak ve biz bütün aile, çifte bayram kutlamak için Londra'ya gideceğiz. Kızımın bana yaşatmadığı mutluluğu torunum yaşatacak. Küçük torunum Aslışah da eğitime önem veriyor. Mimar olup, büyük eserler yapacakmış.
Uzun zamandır sinema filmi çekmiyorsunuz. Özlediniz mi?
Özlemedim desem de yalan özledim desem de. Sadece sette olmuş olmak için orada olamam herhalde bu saatten sonra. Ya ilk filmini yapan bir yönetmene destek vermek için ya da çok inandığım bir hikayenin hayata geçmesi için oradayımdır.
Yıllardır her yeni oyuncu ilk röportajında "Türkan Şoray Kanunlarım var benim" diyor. Siz bu açıklamayı okuduğunuzda ne düşünüyorsunuz?
2009'da bile değil mi... Ama işin en komiği, Türkan Şoray bile vazgeçti, gelen gençler hâlâ vazgeçmiyor bu kanunlardan. (gülüyor)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.