
Kayahan... "BAŞARI BANA BEDEN VE RUH SAĞLIĞIMI KAYBETTİRDİ?"
"İstanbul'da bir güzel, İstanbul kadar güzel" melodisiyle tanıdım Kayahan'ı. Röportaj için ilk telefon açtığımda benliğimdeki ilk melodisi ile bütünleşti...Ferhat Şirin sordu, Kayahan yanıtladı;
Bu röportaj Mediatürk dergisi için Ferhat ŞİRİN tarafından yapılmıştır?
Gerçekten İstanbul'da bir güzel, İstanbul kadar güzel, bir de kibarlığı, alçak gönüllüğü,zerafetiyle gerçek İstanbul Beyefendisi ile röportaj için evinde randevulaştık. Röportaja bir saat erken gitmemize rağmen kibarlığı ile söyleşimize başladık. Farklı sorularıma samimi, bilgi dünyası muhteşem anlatımı ile de "Esmer Günlerim, Gönül Sayfam, Bir Aşk Hikayesi" ve daha bir çok olağan üstü şarkılarını nasıl hafızalarımıza kazıdığını daha iyi anladım.
***********************************
SORU : İnsanlardan istediklerini almak,onların isteklerine ulaşmasını sağlamaktan geçiyorsa bunu nasıl yapabiliriz?
KAYAHAN : Birincisi, insanlara bir şeyler vererek mutlu olmak egonun en büyüğü zaten. Birisine bir şey vererek mutlu olursunuz. Aslında orada onu sevindirmeyi elde ettiğiniz için mutlu olursunuz. Yani böyle düşünenler vardır. Daha doğrusu insanları mutlu ederek, sizin aç olduğunuz şeyleri onlara verirsiniz. Bazıları böyle düşünürler, bunlar tabi benim yollarım değil ama bir analiz yapacak, gözlem yapacaksak benim gözlemlediğim bunlar. Bir tanesinde sizin istediklerinizi onlara vererek, hatta bu daha farklı onları mahcup ederek cezalandırma durumuna da gelebilirsiniz. Dolayısıyla bu da egonun kendisidir. Bir başka başlık açacak olursak, insanlar tarafından sayılıp sevilmeye talip olmaktır. Yani buna talip olmaksa eğer amaç, doğuştandır, karakterdir. Bu karakter insanların içinde farklı olmak ve onlar tarafından beğenilmek, onlar beğensinler diye bir yol vardır o değil, sizin yaptıklarınızı onların beğenmesini beklemekte diyebiliriz. Ama bu biraz da sanatçılık kişiliğidir. Yani sizin düşüncelerinizi kendi düşünceleri kabul etmeleri sizden çoklar yaratmaktır.
Sanatçılığın ana felsefesi ki Türkiye'de sanatçılık deyince şarkıcılık, şarkı yazarlığıdır anlaşılan. Nasıl spor denince futbol anlaşılıyorsa, burada da ciddi bir eksiklik var. Mimarlarımız, ressamlarımız, heykeltıraşlarımız ve fotoğrafçılarımız ayrıca pek çok dalda sayabileceğimiz kadar sanat dalıyla uğraşan insan. Onların hiç biriyle şu anda Türk toplumu meşgul değil. Onlar Yunan mitolojisinde geçen tanrıçalar yaratmaya çalışıyorlar. Böyle olunca da benim gözlemlediğim kadarıyla da aslında olumsuz bir şey bu; birisine hayran olmak ve o hayran olduğunuz kişiyi yüksek bir yere koymak. Oysa yine bu benim yolum değildir. Ben yıllarca elime dokunup bayılanlar veya tişörtüne imza isteyenlere söylediğim bir cümle vardı. Sizin babanız ne iş yapıyor derdim. Oda bana ''Benim babam marangoz.'' der mesela. Ben de ''Bak ben senin babandan hiç farklı değilim. Çünkü o iyi bir marangoz ise bende iyi bir müzisyen olmaya çalışıyorum. Senin fanilana imza atmam beni ve seni küçültür. Bu doğru bir iş değildir.'' deyip hep geri çevirmişimdir.
SORU : Her cennet ayrı bir ahlak özelliği ile ilişkilenmiştir, herkesin cenneti ahlakı ölçüsünde midir?
KAYAHAN : Cennet Cenab-ı Allah'ın bize, bu fani hayattan sonra sunduğu ceza ile veya cezasız geçilebilecek bir armağandır. Ama hal böyle olunca, demin de verdiğimiz sorunun cevabının içindekiler daha da belirmeye başlar. Biz bu dünya da birilerini ezerek, birilerini kandırarak kendinizi mutlu ediyorsanız, cennete zorca ulaşacaksınız. Siz bu dünya da başkalarını düşünüyorsanız ve bunu gerçekten öle zannetsin diye yapmıyorsanız, sevaplarınız çok olarak cennete çok daha kolay gideceksiniz. Ya da siz bu dünya insanların sizi mutlu etmedikleri için yakınıyor ve Allah'a şükrediyorsanız o zaman yine siz cennete yakın olacaksınız ve insanların hepsinin unuttuğu (uzunca yaşamanın verdiği fikirle unuttuğu) daha iyi beslenip daha iyi tıp ilminden faydalanarak, daha çok nefes sayısını uzatabilmek için yaptıkları bence saygındır. Ama bütün bunları yaparak, o bedenlerinin kıymetini bilseler, şu anda bu çok önemsenmiyor. Önemsenmediği içinde insanlar daha uzun yaşıyorlar ama daha manalı yaşıyor anlamına gelmiyor. Bu da cennetle alakalı bir şeydir. Hepimiz bu dünyaya gelirken bir görevle geliriz. Bize verilen o görevi ya doğru yapar, yahut yapamayız. Eğer yapamıyorsak bazısı bunu kaderle bağlayabilir. Ama yeteri kadar çalışarak kaderle size verilen rolün doğru oynanabileceği kanısındayım.
SORU : İnanç duyguları harekete geçirebilir. Siz hangi yöntemle duygularınızı hareket ettiriyorsunuz?
KAYAHAN : Yaptığımız iş, bu müzik meselesi, öle çok ciddiye alınacak büyük bir iş değildir. Yani müziğin dallarından bir tanesiyiz. Bu o kadar çok çeşitlendirilebilir ki; bizim klasik müziğimiz, çok ciddi bir ilimdir kendi başına. Klasik müzik kendi başına çok ciddi bir daldır, bir ilimdir. Ama bizlerin yaptığı canımızın istediğini söyleyip, canlarını istediklerini dinlemeleri başarısı çok da önemli değildir. Duygularla beslenmenin tabi ki çok önemli olduğu bir nokta, Ancak talip olduğumuz şey ''hani bunları yapalım da herkes bizi sevsin'' bence doğru bir olgu değil. Bu işe talip olan insanlar öyle açlıktan, parasızlıktan yaralanmazlar. Onların yaradıkları şey çıktıkları yolun doğru olup olmadığıyla alakalıdır. Karşı tarafta bunu bilir zaten, siz de ona göre savunmanızı alırsınız. İşte burada insanlarla hangi yaşam felsefesinde paylaşırsanız ve orada kopmazsanız ki; geniş toplumlarda onların temsilcisi olmaya aday olursunuz. Ama onları sizi alkışlayabilmeleri ve size hayran olabilmeleri için, sizin hayran olunacak taraflarınız olması lazım. Eğer sizin hayran olunabilecek taraflarınız yoksa ve bunu da çok istiyorsanız, biz ona "kifayetsiz doğru" diyoruz. Türkiye'de çoğunlukla bu tanıma uyabilecek insanlar var. Yani nerelerden beslenilir. Bunu tek cevap verebilecek olsaydık ''samimiyet ''derdim.
SORU : Ne hissettiğimiz gerçekten bize mi bağlıdır?
KAYAHAN : Kendimiz nasıl hissettiğimiz bize bağlı değildir. Dünyayı algılamamız bize bağlı değildir. İkili ilişkilerimizin yarısı bize bağlı ve eğer etrafımızda koskoca bir ateş çemberi yanıyorsa, yanmaması da bize bağlıdır. Dünya birlikte hareket ettiğimiz, siyah adamlar, beyaz adamlar, çekik gözlüler vs. birlikte paralel olarak hareket ettiğimiz bir yaşam alanıdır. Dolayısıyla her birisi farklı bir yerde farklı bir fikirle yaşıyordur. Birisi farklı bir düşünce ile yaşıyordur. Ama netice de aynı yolda gidiyorlardır. Aynı sonuca ulaşacakladır. Dolayısıyla hissettiklerimizin bize bağlı olan kısmı 'aşk' olan kısmıdır. Ama bu Allah aşkı değil tabi? Bir karşı cins ile yani üremenizle ilgili size Allah'ın emrettiği ve de paylaşmayı düşündüğünüz hayat şablonuyla alakalı olan kısmın hissedilenlerinin en az yarısı size kalıyor. İyi geçinmek istiyorsanız, yarısından fazlasını halletmeniz lazım.
SORU : Sonsuzluk yollarında korkusuz, huzur isteyen kısacık dünyayı azimli hazırlıklarla doldurmalı mıyız sizce?
KAYAHAN : Bu gerçekten seçim meselesidir. Seçim ise doğuştan genlerle ilişkili olabilir. Eğer size çok ciddi olarak küçüklüğünüzden beri manevi değerler ve dünyanın gerçek yüzü anlatıldıysa siz trene saatinde binebilirsiniz. Ama siz bunları geç saatlerde öğrenirseniz, o zaman bir taksi tutup trene yetişmeniz gerekir. Yani bazı insanlar şanslıdırlar, bazıları ise şansızdırlar. Bunlar hem genleri ile ilgilidir, hem doğdukları ve büyüdükleri coğrafya ile ilgilidir, hem de onları dünyaya getiren ebeveynlerle ilgilidir. Bu dünyada eğer siz başarılı olmayı ve bu başarıdan mutlu olmayı kendinize elbise biçerseniz, sonuçta bu elbise bir süre sonra sizi sıkmaya başlayabilir. Ama önce bir yarış atı gibi ve önünüzdeki neden geçtiğinizi bilmeden geçersiniz. Sonra geçe geçe kendinizi ve aklınızı geçemeyeceğinizi anladığınızda geriye dönüş başlar. Siz tekrar o çok küçük yaşlarda size öğretilmeyen şeyleri aramaya başlarsınız. İşte bu dünya da, ben şahsen başarının çok önemli olduğunu zannederdim. Öyle düşünürseniz, sadece başarı için koşarsınız. Aslında bu dünya da size verilen nefesi ve ömrü gittiğiniz yerler de kullanma sansını da kaybedersiniz. Düşünün ki yıllarca geceleri çalıştım, sabahları ve öğlenleri güneşi görmüyorsunuz, neleri kaçırdım neyi yakaladım. Pek çok şeyi Allah nasip etti yakaladım. Hem kazanabildim helal olarak, hem başaralı olabildim ve saygıyı bulabildim. Ama neleri kaybettim derseniz; en basiti sağlımı kaybettim. Ruh sağlığımla beraber beden sağlımı kaybettim. Bütün bunların faturasını aldım ve ben ne aldım, kaça aldım? Bunun karşılığında verdiğim şeyleri düşündüğüm zaman, bazen diyorlar ki siz her şeyi kazandınız da ondan böyle düşünüyorsunuz ve dünyaya bir daha gelsem böyle bir yarış atı gibi davranmaz ve anlayan, anlamayan herkese anlatmayı seçmezdim. Seçeceğim yol beni anlayan küçük toplumlarda yaşamayı seçerdim. Böyle koskocaman milyonlar gibi bir yola talip olmazdım. Bence dünyanın dünyalık hali doğru yaşanmıyor şu anda, farklı yaşanıyor. Bu yüzden de her şeyimiz bozuldu diye de bozulan şeylerin nedenini bulamıyoruz. Mesela bir at arabası ile bir yerden bir yere gitmek sizin için yetiyorduysa, siz şu anda bir arabanın gürültüsüne katlanmazdınız. Demek ki bu ikisinin arasında kalan bir yapıya sahip insanoğlu, hem böle istiyor, hem de öyle olmasını istiyor. Hem diyor ki hızlı yaşayayım hem de bundan zarar görmeyeyim. Son dönemlerde hız ve teknoloji insan hayatın da önemli kolaylıklar getirse de hayatımızı ziyan etmiştir.
SORU : Yaratıcı Tanrı evreni yıkmak için nelere mahkum değildir?
KAYAHAN : Cenab-ı Allah'ın dünya'yı ve evreni, ve alemleri neden yarattığı malumdur. İnsanoğlunu da neden yarattığı malumdur. Aradaki hadise insanın içindeki irade ile alakalı bir konudur. Yalnız uyku hali nefise galip geldiği noktadır. Şu anda Cenab-ı Allah'ın bize bazı felaketlerle, bazı beklenmedik iyilikler ve kötülüklerle kendisine ait olanı bize vermekle değil, bence örülen ağlar devam ediyordur. Biz görebildiğimiz kadarını görebiliyoruz. Yani bütün bu ağlar bana kalırsa baştan da örülüyor. Ama Cenab-ı Allah'ın bize bir şeyi göstermek veya bir şeyle sizi cezalandıracağım sebep şudur, diye bir şeyi düşünmekte saflık olur. Kendi ağlarını örüyordur ve bizler bunun ne kadarını görüyoruz ve görmediğimiz kadarını yaşabiliriz. Mesela Cenab-ı Allah'ın Tanrı diye bir ismi yok, ama Tanrı diyerek onu anıyorsanız saygı duyarım. İrade ve nefsinizle ilgili olan maçın neticesini yaşarız. Bize bir irade verilmiştir. İrade aklı da temsil eder. Netice de sadece istekler üzerine kuruludur. Nefsin istekleri sonsuzdur.
SORU : Ruh görüşümüz yeterince özgürleştirebilseydik, geçmiş sahneleri hayal aleminden inceleyebilir miydiniz?
KAYAHAN : Her insanın içinde bana kalırsa keşfedemediği ülkeler vardır. Oraya gitmeye niyet etmekle başlayabilir bu. Yani siz durduğunuz yerde ülkeleriniz size gelmezler. Yola çıkmanız lazım, burada yola çıkış eksikliği vardır. Pek çok şeyi yaşayabilirsiniz, pek çok şeyi dokunmadan ve görmeden, pek çok şeyi onunla karşılıklı gelmeden yaşayabilir ve o hazzı alabilirsiniz. Bu insanoğluna bahşedilmiş hayal gücüdür zaten. Yani siz hayal gücünüzle hatta rüyalarınızda bütün bunların hepsini beceremeyeceğiniz çok şeyin hazzını alabilirsiniz. Ve bu ülkülerinize yola çıkmaktır. Ülkülerinizin size geleceğini beklemek ise saflık olur.
SORU : Ara sıra öfkelenmek bir ihtiyaç olabilir mi?
KAYAHAN : Bence hiç olmaz ama, ihtiyaç olduğunu görüyorum. Yani öfkeyle düşünmek doğru değildir. Öfke sizin düşüncenizin, iflas ettiği noktada size buluşan bir olgudur. Sizin düşünceniz iflas etmiştir. Tutarsız hale gelmişsinizdir. Siz artık neye öfkeleniyorsunuzdur? Karşınızdakinin yaptıklarına değil, kendi yetersizliğinize öfkeleniyorsunuzdur. Bütün öfkelerin içinde kendinizi iyi ifade edememenin meselesi vardır. Kızdığınızı karşınızdaki hissettirirken sebep sizsinizdir. Çünkü onu yapamamışsınızdır. Yapamadığınız için insanın neyi neden yapamayacağını bilmediği noktada öfke başlar. Öfkeyle birlikte de bir yere varılmaz. Ve sonra saçma sapan işler yaparsınız. Bir ihtiyaçtır diyorum çünkü gerçekten de hani bir şeyi, yapamayacağınız bir şeyi zorlamak insanın içinde vardır zaten. Siz yapamayacağınız bir şeyi yapmaya çalışırken öfkeleniyorsanız o zaman yapamayacağınız şeyleri yapmaya devam edip öfkeye de katlanmanız gerekir.
SORU : Sağlıklı beslenmek ve yaşamak için vücut sisteminizi nasıl yönetebileceğinizi bilir misiniz?
KAYAHAN: Benim bu hususta şöyle bir düşüncem var. Allah bağışlarsa 3. sınıfta bir kızım var. Birisi de 33 yaşında, onlardan biliyorum. Kendimden biliyorum, bize hep neyi nasıl kullanacağımızı anlattılar da kendimizi nasıl kullanacağımızı anlatmadılar. Yani gözlerimiz nedir ve nasıl kullanmalıyız. Gözlüğümüzü sileceğimizi ve kutuya koyacağımızı bildiğimiz halde gözlüklerimizi ne zaman kutuya koyacağımızı bilmiyoruz. Ellerimizi nasıl kullanacağımızı bildiğimiz halde mendilimizi yıkayıp kurutup güneşte tekrar kullanıyoruz. Dolayısıyla bizim yaptığımız bu şeylerin hepsi öğretilmeyen sonradan hastalanınca farkına vardığımız şeylerdir. Aslında okulda bunlar bize öğretilmeli. Bize emanet olan bedenin neye ihtiyacı olduğunu bize öğretmeleri gerekiyor. Onun kullanma talimatını bize vermeleri gerekir. Ya ben hep şunu söyledim. Hatta bununla ilgili bir kanunu çıkmasında da öncü oldum. Dedim ki ''Arkadaşlar, eğer ben bir şirketin patronuysam siz benim sağlık giderlerimi giderime yazmıyorsunuz. Ama iş yerimin, evimin, arabamın giderlerini, tamiratlarını yazıyorsunuz. Bu ters bir mantık değil mi?'' dedim.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.