“Kötü kalpli sarışın” bir klişedir. Aklımıza hemen Neriman Köksal gelir. Peki ama hangi filmde? Ya da “Kırmızı kablo mu, mavi kablo mu?” Evet, bu klişeyi de onlarca filmde gördük? Hangilerindeydi? Yönetmenlerin, oyuncuların, seyircilerin ve eleştirmenlerin klişeleri neler?
Yerli yabancı birçok filmde hafızalara kazınan sinema tarihinin klişeleri, Ağaçkakan Yayınları’ndan yayımlanan Şenay Aydemir’in kaleme aldığı “100 Sinema Klişesi” kitabında bir araya geldi. Eğlenceli ve bilgi dolu bir sinema kültürü yolculuğuna çıkmaya hazır mısınız?
Her romantik komedi, her polisiye, her Western az çok sinema tarihi içinde şekillenmiş klişelerden barındırır. Asıl mesele o klişenin yerinde kullanılıp kullanılmadığıdır.
Nihayetinde kahramanımız bütün engelleri alt edip, kötü adamlardan kurtulup sevgilisinin dudağına yapıştığında gözlerimizin buğulanıp buğulanmamasında düğümlenir sorun. Bazı yönetmenler bunu çok güzel yaparlar, bazıları da yüzüne gözüne bulaştırır.
Şenay Aydemir, klişelerle ilgili bir kitap hazırlama fikrinin “Peki, hangi filmde?” sorusuyla ortaya çıktığını söylüyor. Klişeler zamanla öylesine anonim hale gelip, seyirci o kadar çok klişeye maruz kalınca, doğal olarak bunların hangi filmde, nerede göründüğünü pek kolay hatırlayamıyor.
Bir de, klişelere dair külliyat fazlasıyla dağınık, biraz da eksik olunca bunun içinden çıkması elbette pek kolay olmuyor.
Şenay Aydemir, klişelerden bahsederken belli başlı bütün türleri bir araya getirmeye ve mümkün olduğunca filmlerden örnekler vermeye dikkat etmiş. Böylece okurun hafızasında hiç olmazsa bir görüntü oluşsun ve “Hangi filmde?” sorusuna bir nebze yanıt verilsin istiyor.
Aydemir çalışmasının adını özellikle “film klişeleri” değil de “sinema klişeleri” olarak koymuş. Çünkü klişelerin sadece filmlere özgü olmadığının altını çiziyor.
Yönetmenlerin, oyuncuların, seyircilerin ve eleştirmenlerin de kendi içlerinde tekrarlayıp durdukları klişeleri olduğundan meseleyi filmden çıkarıp sinemaya doğru genişletme olanağı yakaladığını belirtiyor.
Çalışmanın sonundaysa türlere göre ayrılmış filmleriyle; yönetmen, oyuncu, seyirci, eleştirmenleriyle sinemanın tamamına dair derli toplu bir klişeler listesi ortaya çıkmış.
İşte kitapta ele alınan o klişelerden birkaçı:
Evlenmeden olmaz:
Yeşilçam melodramlarının belki de en çok tekrar edilen, tekrar edilmese de her filmde bir kere hissettirilen repliğidir “Evlenmeden olmaz”. Yeşilçam melodramlarının esas erkek ve kadınları evlenmeden asla birlikte olmazlardı.
Dönemin ahlak anlayışı düşünüldüğünde bunda bir sorun yok ama çoğu filmde öpüşmezlerdi bile. Saadet içinde birbirlerine sarılıp yanak yanağa bakarlardı kameraya. Yeşilçam’ın bu küçük hanımefendileri korunması,sevilmesi ve evlenilmesi gereken kadınlardı.
Bütün günahlara ve her türlü erotizme kapatılan bu kadınlar aynı zamanda cinsiyetsiz hale getiriliyordu. Bu klişenin içindeki klişe ise bu hanımefendilerin genellikle koyu saçlı olmasıydı.
Erkekleri baştan çıkaran, masum kızın sevgilisini ayartmaya çalışan ve ilişkiye leke sürenler ise genellikle sarışın kadınlar olurdu. Bu durumun tek istisnası ise Filiz Akın’dır.
1965 tarihli Sevinç Gözyaşları’nın iyi sarışını Filiz Akın, en büyük rakibi kötü sarışın ise Ajda Pekkan’dır. Pekkan, nişanlısıyla çılgın partilere gidip deliler gibi sevişip çıplak pozlar verirken Filiz Akın masumca dolanır ortalıkta.
Bu filmde Ajda Pekkan’ı izleyince “İnsan neden Filiz Akın’a âşık olur ki?” diye sorarsınız kendinize. “Evlenmeden olmaz” döneminin sinema izleyicileri uzun süre, insanların yanaklarını birbirine sürterek çiftleştiğini, çocukların ise bir anda beşikte var olduklarını zannetmişlerdir muhtemelen.
“Evlenmeden olmaz” klişesi bazen o kadar abartılır ki, “Türkan Şoray Kanunları”nın en önemlilerinden birisi olan “öpüşme ve sevişme” yasağını kapsar.
Düşünün Sultan bile “Yeter artık” deyip 20 yıl sonra 1985 yılında rol aldığı Mine filminde kapısına dayandığı Cihan Ünal’a “Yat benimle,” diyerek “evlenmeden olmaz” klişesine isyan etti.
Yılmaz Güney oturuşu:
Daha önce de kullanılmışlığı vardır ama Yılmaz Güney’in Türkiye sinemasının kaderini değiştiren filmi Umut’ta kullanışıyla artık bir klişe haline gelmiştir. Film boyunca birkaç kez tekrarlanır.
Hattâ Tuncel Kurtiz de ona eşlik eder. Bu oturuş, tam bir dibe vurma halini temsil eder. Umudun bitip tükendiği, geleceğe dair hiçbir şeyin kalmadığı bir anda ortaya çıkan bir tür kendini koyvermişlik halidir aslında.
Şekil olarak alaturka tuvalette büyük abdesti giderme oturuşuna benzer ama işlevi farklıdır. Bu oturuşa anlamını Yılmaz Güney vermiştir belki ama Umut da dahil olmak üzere en güzel taşıyan Tuncel Kurtiz’dir.
1974 yapımı Tunç Okan imzalı Otobüs filminde bu şekilde oturan Tuncel Kurtiz’in karakteri, kaybolup gittiği Almanya’daki son umudu da tükenince buzlarla kaplı sulara bırakır kendisini.
Kurtiz, aynı oturuşla bu kez Bereketli Topraklar Üzerinde filmiyle çıkar karşımıza. Kibar Feyzo’da İlyas Salman’ın karakteri de Zeyno’nun Feyzo ile evleneceğini öğrendiğinde bu pozisyonu alır. Salman’ı birçok kez benzer biçimde görürüz ilerleyen yıllarda.
Şener Şen de “Yılmaz Güney oturuşu”nun ustaları arasındadır. Züğürt Ağa’da köyü satmaya karar verip girişine “Satılık Köy Haraptar” tabelasını astıktan sonra yere çömelip çaresizlik içerisinde bir cigara sarar ve tellendirir.
Şener Şen, Muhsin Bey’de bir tür dolandırıcılık yapıp hapse düştüğü bölümde de benzer bir oturuşla karşımızdadır. Çok emek verdiği Ali Nazik’in elinden kayıp gitmesine, âşık olduğu kadının başka yerlere savrulmasına müdahale edememekten mustariptir ve bir gün hapishanenin avlusunda ağacın dibine çöker benzer şekilde.
Bir filmde “Yılmaz Güney oturuşu” varsa, biliniz ki o karakter hayatının en kötü günlerinden birisini yaşıyordur. Ya umudu kırılmıştır, ya sevdiği elinden alınmıştır, ya da artık yaşama umudu almamıştır.
Kadının sabah yataktan çıktıktan sonra erkeğin gömleğini giymesi:
Hangi filmde, nerede başladı bilinmez ama sadece sinemada değil, popüler kültürde de önemli bir hadisedir. Birçok Hollywood oyuncusu böyle pozlar vermiştir mesela. Filmlerdeki erkek gömleği klişesinin tetikleyicisi Audrey Hepburn olabilir.
Çünkü kendisinin bu pozu vererek sinemaya taptaze bir klişe kazandırmış olma ihtimali yüksektir. Öte yandan bu klişe, gerçek hayatta karşılığı olmayan neredeyse tek klişedir. Ecnebi memleketlerde bu tür vakalar yaşanır mı bilinmez ama Türkiye’de sabah yataktan sevgilisinin gömleğini giyerek çıkan kadın henüz görülmemiştir.
Ekşi Sözlük’te,bu maddenin başlığını yazdığınızda karşınıza çıkacak şey isyan eden erkeklerdir. Çünkü seksi bir harekettir neticede ve bir türlü kadınlar tarafından yurdum erkeğine layık görülmez bu hareket.
Ayrıca, bu buluşun bir kadınarzusu değil, erkek yönetmen fantezisi olduğuna dair yaygın bir kanı var ki katılmamak elde değil. Gerçi meseleye kadınlar açısından yaklaşanlar da olmuştur.
Misal, Almirakadın* adlı blogda “Erkek gömleği ve Kadın” başlıklı bir yazı kaleme alınmış, yazıda görüşlerine başvurulan uzman psikiyatr Nevzat Tarhan, “Erkek bir striptiz kulübüne gidip şovu izleyerek veya bir porno film izleyerek tahrik olabilir ancak, erkeğin kadını tahrik edebilmesi için dokunması gerekmektedir.
Bu yüzden kadının cinsel birliktelikten sonra erkeğin gömleğini giymesi normaldir. Kadın böylece erkeğin tenini hissettiğini düşünür,” şeklinde açıklamıştır durumu.
Bu klişe onlarca filmde karşımıza çıkmıştır ama unutulmaz olan iki tanesini hatırlatalım. İlki Notting Hill filminde Julia Roberts’ın sahnesidir ki uzun yıllar akıllarda kalmıştır. Bu sahneyi unutturan ise Mr&Mrs Smith filminde Angelina Jolie olmuştur.
Bizim sinemamız mevzuya pek aşina değildir ama Ferda Anıl Yarkın’ın Üzülme isimli şarkısının klibi boyunca erkek gömlekleriyle dolaşan Şebnem Sönmez’in yeri ayrıdır.
Ağaçkakan Yayınları’nın Hazır Bilgi Serisi’nden yayımlanan, Şenay Aydemir’in yazdığı “100 Sinema Klişesi” raflardaki yerini aldı. Bu eğlenceli ve bilgi dolu kitaba tüm kitabevleri ve Ağaçkakan Dükkan’dan ulaşabilirsiniz.