Festivalin ilk gösterim günü sinemaseverlerin yoğun ilgisiyle gerçekleşti. Ulusal Belgesel Film Yarışma filmlerinin gösterimiyle birlikte Ulusal Yarışma heyecanının başladığı festivalde dün, 3 ayrı salonda 18 film gösterildi.
Festivalde Ulusal Belgesel Film Yarışma gösterimleri; Berfi Dicle Öğüt’ün 1. Dünya savaşı sırasında Mezopotamya’da; Hint ordusunda askeri doktor olarak bulunan W.C. Spackman ile İttihatçılar tarafından Basra’ya sürgüne gönderilmiş Albay Suphi Bey’in trajik hikâyesini mercek altına aldığı “İki Nehir Arasında” filmi ile başladı.
Süha Arın’ın 1979 yılında çektiği Tahtacı Fatma filminden 40 yıl sonra Tahtacıları aynı belgeselciler ile gözlemleyen ve yaşadıkları değişimi gözler önüne seren “Fatma’dan Sonra 40 Yıl” belgesel filmin ekibinin katılımıyla gerçekleşen söyleşisinde yönetmen Sezer Ağgez, “Çok kez gittik biz Tahtacılar’a, hep de kalabalıktık.
Bize bir çay ısmarlayınca 50 kişiye ısmarlıyorlardı, İstanbul’da böyle bir durum olduğunda düşünülüyor haliyle.
50 yıldır orada yaşayan, gelen kimseye geri git demeyen bir topluluktan da başkası beklenemez.
Biz şehirliler olarak sömürü kültürü üzerine hayatımızı inşa ediyoruz, onlar verme kültürü üzerine hayatlarını inşa ediyorlar.
Hepimizin burada olma sebebi de bu aslında; o verme kültürünün içine girmek, izlemek ve görmekti herhalde,” derken, Şubat 2022'de 92 yaşında hayata gözlerini yuman Türk caz trompetçisi Maffy Falay’ın hayatının izinde bir yolculuğa çıkan “Maffy’s Jazz” belgeseli sonrasında yönetmen Deniz Yüksel Abalıoğlu, “Maffy’yi İzmir’den tanıyordum ve bir samimiyetimiz vardı.
Onu bir değer olarak göstermek istiyordum. Son yıllarını çektim ben ve son yıllarında en çok kafasını kurcalayan şey Türkiye’ye dönme fikriydi.
Artık İsveç’te müziğini icra edemeyecek duruma geldiği ve dostlarını kaybettiği zaman böyle bir hisse kapıldı.
Yabancı hissetti kendini. Bu yüzden ev üzerinden kurmak istedim hikâyeyi,” dedi.
15 sene önce Alzheimer teşhisi konulan bir kadının günlük yaşamı ve karşılaşmalarından yola çıkarak bellek, zaman ve mekân ile olan etkileşimini anlayan “Yüzler” belgeselinin gösterimi sonrası yönetmen Zeynep Demirhan, “Konu gereği Alzheimer ve birinin aileden yok oluşu biraz ağır olduğu için hafifletmek istedim ve o unutuş hali bazı durumlarda iyi olabilir mi diye biraz sorgulatmak istedim.
Bir insanın anıları mı acaba o insanın varlığını sürdürüyor, biz sadece anılarımızdan, hatıralarımızdan, hafızamızdan mı ibaretiz?
Eğer öyleyse aslında o renkli bir dünya. O varlık sorgulamasına biraz daha ittiği için beni çektiğim görüntüleri siyah beyaz kullanmak istedim,” dedi.
Aynı göğün altında birbirine teğet geçen insanların, hayvanların, nesnelerin, duyguların, seslerin, anıların, bakışların, yürüyüşlerin, göçlerin, direnişlerin hikâyesini anlatan belgeseli “O Sırada Henüz”ü Pandemi döneminde yaptığını ve o dönemde dünya üzerinde tür ayrımı olmadan herkesin birbirine bağlandığını hissettiğini söyleyerek söze başlayan Ayça Çiftçi, “Bir şekilde evrenle bağımızın karanlık bir yerden de olsa ne kadar güçlü olduğunu çok anladığımız dönemlerden biriydi.
Bugünden geçmişe bakınca bir anın içerisinde meğerse sonradan gelecek olan şeyler gizliymiş gibi bir duygu oluşabiliyor ya insanda, öyle bir yanı da var filmin.
Birbirine komşu olan, teğet geçenlerin, birbirinden habersiz aynı dünyayı paylaşıyor oluşu ama zamansal olarak da zamanların içinden zamanların çıkması gibi Pandemi döneminde kafa yorduğum konulardan oluşuyor,” dedi.
Bir araba tamircisi ve hayalleri olan bir adamken Mostar’daki savaşla ailesi parçalanan Zoran Laketa’yı anlattığı belgesel “Üç Ordu” sonrası gerçekleşen söyleşide yönetmen Kadir Can Arabacı, “Üniversite bitirme projem olarak araştırma yaparken Zoran’ı buldum ve bize başta pek inanmadı, Saraybosna’ya gittik ve sonrasında onu çekmemize izin verdi.
Aslında hiç değinilmemiş karakter ve konuları çekmeyi seviyorum.
Zoran’ı ilk gördüğümde bir aileden bir baba ve iki kardeşin 3 farklı orduya düşmesi çok garibime gitmişti.
Zoran orada tanınan biri, bizim çevremizde ve farklı dünyalarda tanınan biri değildi.
Ben sadece onu ortaya çıkarmak istedim, umarım olmuştur,” dedi.
Toplum, aile baskısı ve kendi iç çatışmaları nedeniyle cinsel yönelimini gizleyerek yaşamak zorunda kalan üç kişinin hikâyesini anlatan belgesel film “Bu Ben Değilim” gösterimi sonrasında yönetmenler Jeyan Kader Gülşen ve Zekiye Kaçak sinemaseverlerin sorularını yanıtladılar.
Jeyan Kader Gülşen, “Filmin ana karakteri Mustafa bir yakın arkadaşımızın yanında çalışıyordu, Mustafa ile sohbet ederken hikâyesini fark ettik.
Hikâye geldi bizi buldu. Kadın duyarlılığıyla, insan olmayı merkeze alarak, cinsiyetsizleştirerek aşk temelinde samimi bir hikâye anlatmak istedik.
Uzun bir birliktelik sonrası kurmaca dili gibi bir dil oluşturmak, klasik belgesellerin dışına çıkmak istedik,” derken Zekiye Kaçak ise, “Jeyan hikâyeden ilk bahsettiğinde kalbimde hissettim.
Ben bir hikâye üzerinde düşünüyorsam onu anlatmalıyım diye hissediyorum ve çok heyecanlandım.
Her izlediğimde ben de etkileniyorum, bazı sahnelerde çok üzülüyorum, bazı sahnelerde gülüyorum.
İkili diyaloglar çok farklı geliyor. Bence çok hisli, duygulu ve akıcı bir iş, umarım o samimiyet geçiyordur,” dedi.
Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Film Festivali ile Kültür ve Tabiat Varlıkları Dairesi UNESCO Birimi’nin birlikte desteklediği Ankara’nın Unesco Mirası Kısa Film Atölyesi filmleri de bugün izleyicilerle buluştu.
Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölümü 3. sınıf öğrencilerinin Andreas Treske, Yusuf Akçura ve Wickham Catesby Flannagan danışmanlığında hazırladığı kısa filmler öncesi Kültür ve Tabiat Varlıkları Daire Başkanı Bekir Ödemiş, Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İrfan Demirkol ve Andreas Treske’ye plaket takdim etti.
Filmleri gösterilen öğrencilerin de katıldığı gösterime ilgi yoğundu.
Ankara Film Festivali’nin Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) ile ortaklaşa düzenlediği, ele aldığı konu Ankara kent merkezi veya ilçeleri kapsamında bir araştırmaya dayandırılarak kurgulanmış olan Ankara Filmleri de bugün beyazperdedeydi.
İzleyicilerle buluşan Mahir Kalaylıoğlu imzalı “Ankara Dump”, Kadir Uluç’un yönettiği “Gordion’un Çobanları” ve Hakan Erdal ile Cem Kundakçı’nın birlikte yönettikleri “MONGERİ Engürü'nün Misafiri Ankara'nın Mimarı” filmleri 10.000 TL’lik “VEKAM Özel Ödülü” için yarışıyor. Film gösterimleri sonrası film ekipleri izleyicilerin sorularını yanıtladı.
KINO 22 bölümünde yer alan Natalia Sinelnikova’nın 2022 Tribeca Film Festivali En İyi Sinematografi Uluslararası Anlatı Ödülü sahibi Biz de Ölmüş Olabilirdik / We Might as well Be Dead; Andreas Kleinert imzalı, 2022 Alman Film Ödülleri’nden En İyi Film başta olmak üzere dokuz ödülle dönen Sevgili Thomas / Dear Thomas filmlerinin gösterimleri Engin Ertan’ın sunumuyla gerçekleşti.
Günün izleyiciyle buluşan diğer filmleri ise; Bruno Dumont’un 2016 yapımı filmi Cicim / Slack Bay; Ali Abbasi’nin Danimarka’nın Oscar adayı seçilen film Kutsal Örümcek / Holy Spider; önümüzdeki günlerde Ankara’ya konuk olacak canlandırmanın yeni dönem ustalarından Signe Baumane’nin ilk uzun metraj filmi Cebimdeki Taşlar / Rocks In My Pocket; Jacques Tati’nin üç filminden oluşan Aslında Bu Bir Pipodur bölümü filmlerinden Dayım / My Uncle ve Oyun Vakti / Playtime ve geçtiğimiz aylarda 91 yaşında aramızdan ayrılan sinemanın ustalarından Jean-Luc Godard gösterilen Çılgın Pierrot / Pierrot The Fool oldu.