31 Aralık'ta vizyona giren "Memleket Meselesi" filminde Füsun Demirel'le başrolü paylaşan Ahmet Uğurlu, Türk sinemasından dert yandı: "Dünyanın kullandığı teknolojiyi kullanıyoruz. Burada sorun yok. Tek sorun, bizim sinemamızda ruh olmaması."
Bir ilkokul öğretmeninin hak arama mücadelesini anlatan "Memleket Meselesi", 31 Aralık'ta izleyiciyle buluştu. Başrol oyuncuları Ahmet Uğurlu ve Füsun Demirel'le bir araya gelip hem filmi hem de 'memleket meselelerini' konuştuk.
Size göre "iyi film" ne demektir?
Ahmet Uğurlu: Ben bu filmin kadrosuna, senaryoyu çok beğenerek katıldım. İzlediğim zaman da iyi bir film ortaya çıkardığımızı gördüm. Neden 'iyi film' olduğunu şöyle açıklayabilirim; bir kere çok saf. Safı aptal ya da ilkel anlamında kullanmıyorum. İyi insan saflığında kullanıyorum. Bizden kokuların olduğu, iyi oyunculukların sergilendiği, abartıların olmadığı bir film "Memleket Meselesi".
Füsun Demirel: Beni de senaryo çok etkiledi. Uzun zamandır okuduğum en iyi senaryolardan biriydi. Rolüm çok kısa olmasına rağmen, hem yönetmenimiz İsa Yıldız'a destek olmak hem de Ahmet'le oynamak için projede yer almayı kabul ettim. Çekimler keyifliydi ve ortaya çok hoş bir film çıktı. Zor şartlarda, iyi bir çalışma ortaya çıkardık. Öyle sahneler var ki, sanki belgesel kamerasıyla çekilmiş. Film bu kadar saf, yalın, abartısız... Dürüst ve samimi bir film "Memleket Meselesi", içinde hile hurda yok. Bunlar önemli şeyler, çünkü izlerken seyirciye dinginlik veriyor. Umarım film, hak ettiği değeri bulur.
Merak ediyorum, "Bu film gişede iş yapmaz ve benim kariyerimi olumsuz etkiler" diye düşünerek geri çevirdiğiniz projeler oldu mu?
Füsun D.: Bizim sanata, oyunculuğa bakış açımız öyle değil. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. İşin gişe kısmı, maddi boyutu ilgi alanımızda değil. Bizim üzerimize düşen, karakteri en doğru, en lezzetli şekilde ortaya çıkarmak. Böyle düşünceler bize ayıp geliyor. Biz sadece proje nedir, neye hizmet edecektir, ona bakarız.
Ahmet U.: Herkesin bir yaşam şekli, hayata bakış açısı, kültürel, mesleki birikimi var. Ve insan bir projeyi bütün bunların toplamıyla seçer. Ben, bu toprakların sinemasının yaratılmasına bir katkım olsun ve öldükten sonra da filmlerim izlensin kaygısıyla yola çıkıyorum. Ama başkaları çok ünlü olmak, çok para kazanmak ister. Bu da onların seçimleridir. Herkesin seçimi, tarzı farklıdır...
BİRBİRİMİZE ÖDÜL VERMEMİZ MANASIZ
Peki sizce son zamanlarda sinema sanata değil, ticarete mi hizmet ediyor?
Füsun D.: Evet... Onun için de her şey mübah görünüyor. Hem de sınırsız bir şekilde.
Ahmet U.: Bazı meselelerin köküne ciddi bir şekilde inmezseniz, yukarıda kalan meseleleri çok iyi tahlil edemezsiniz. Sonuçta Türk sineması mı deniliyor, ulusal sinemamı bilmiyorum ama ben buna "Anadolu sineması" diyorum. Böyle bir sinema yarattık mı, yaratmadık mı? Dünya sinemasının içerisinde neredeyiz? Biz bunun cevabını verebiliyorsak, konuşacak hiçbir şeyimiz yok zaten.
Füsun D.: Çok doğru. Birbirimizi kandırmayalım. Kırmızı halılar serip birbirimize ödül vermemizin bir manası yok. Çünkü bu, başkaları için önem teşkil etmiyor. Kendi kendimize tartışmalar yaratıyoruz. Bu durumdan dünyada kimin haberi oluyor? Kimsenin. Dünya sinemasında bir yerimiz yoksa, filmlerimiz bir yerlerde oynamıyorsa, buradaki ödüllerin, tartışmaların hiçbir anlamı yok.
Ahmet U.: Biz dünyanın kullandığı teknolojiyi kullanıyoruz. Burada sorun yok. Tek sorun, bizim sinemamızda ruh olmaması. Yalnız şunu da söylemek istiyorum; bizde ticari filme bakış açısı da yanlış. Sen 75 milyonluk ülkede 15 tane film yapıp 10 milyon seyirci topluyorsan, burada da bir yanlışlık vardır. Bir de "Bilmem kimin 500 bin seyircisi var, bilmem kimin 1 milyon seyircisi var, bunların ikisi 1,5 milyon seyirci getirir, toplayın hepsini" diyorlar. Hepsini topluyorlar, 40 bin seyirci getiriyor. Ama hatayı yaratıcılıkta bulmuyorlar, yanlış tarihte vizyona girmekte buluyorlar! (Gülüşmeler)
BU BİR ONUR MESELESİDİR
"Memleket Meselesi"nde, durduk yere polisten tokat yediği için bir onur mücadelesine başlayan öğretmenin başına gelen olaylar anlatılıyor. Sizce biz, toplum olarak biraz onurdan uzaklaştık mı?
Ahmet U.: Uzun zamandır üzerinde durmadığımız şeref, haysiyet ve onurdan çok koptuk, çok uzaklaştık.
Füsun D.: Bu toplum onursuzlaştırıldı. İçimizi kanatan, acıtan da bu aslında. Sistem bunu böyle yaptı. "Memleket Meselesi", bunu çok güzel anlatıyor.
Ahmet U.: Bunun nedenlerini araştırma görevi sadece bizlere ait olmamalı. Bu ülkenin sosyologları var, onların uğraş vermesi gerek. Biz insanları hep maddi bir dünya ile açıklamaya çalıştık. Ne giydiğine, nerede oturduğuna, ne araba kullandığına baktık. İnsanları insan yapan sadece bunlar değildir. İnsanın başka özellikleri vardır. Haysiyet, onur, şeref, sevgi, adalet duygusu, korkusuzluk, cesaret, erdem gibi. Maddi dünyanın içine girerek bütün bunlardan uzaklaştık.
Haysiyet, onur, hak aramak meselesine gelindiği zaman da ülkede devrim, ihtilal oluyor gibi gördük. Nitekim atılan üç-beş yumurtadan neler yarattık. Asıl meseleye inmedik, işi "Ülke elden gidiyor" durumuna dönüştürdük. Filmdeki adam, bir tokat yiyor ama bunun peşini bırakmıyor. Bu bir onur meselesidir. Bütün müdahalelere rağmen, "Bu iş burada bitsin, örtbas edelim" demelerine rağmen, adam işin peşini bırakmıyor. Onurunun peşine düşüyor. Bu durum bize o unuttuğumuz şeyleri hatırlatacak...
Füsun D.: Tekel işçilerinin direnişi, çok onurlu bir direnişti. Ama sonra içini boşaltmak, hafifletmek için durumu öyle bir hale getirdiler ki, şaştım kaldım. Nasıl onursuz bir toplum haline getirildik! Bu, 1980 darbesi sonrasında oluştu. 1980 öncesinde biz gerçekten bir onur mücadelesi veriyorduk. Ben 1978 kuşağının genci olarak buna tanık oldum. Ama 80 sonrasında gelen iktidarlar, bu toplumu onursuzlaştırmak için bir kuşatma başlattı. Bunu yasalarla yaptılar, sistemli bir şekilde medyanın gücünü kullandılar. İnsanlar yoksullaştı, yoksullaştıkça da onurlarını yitirdi. Artık ahlaki değerler o kadar çökmüş durumda ki, insanların da kafası karma karışık...
Çok tuhaf bir toplum yaratıldı. Resmen röntgenci bir toplum olduk. Reyting rekorları kıran dizilere bakın. Ensest ilişkilerden tutun, tacize, tecavüze kadar her şey var. Bu durum beni çok ürkütüyor. 10 yıl sonrası ne olacak diye düşünemiyorum. Eskiden böyle kaygılarımız yoktu. Daha iyimser bakıyorduk. Neden bu ülke, bu siyasiler bugün bana bu endişeleri yaşatıyor? İşte bu film, siyasilerin ikiyüzlü ahlakını çok doğru bir şekilde anlatıyor. Herkesin izlemesini tavsiye ediyorum.
KORKU TOPLUMU YARATILIYOR
Yani diyorsunuz ki bu film, bize unuttuğumuz değerleri hatırlatacak...
Ahmet U.: Evet, hatırlatacak, sorgulatacak. Dizilerde, filmlerde oynuyoruz. Peki 20, 30 saat boyunca yemek yemeden, uyku uyumadan çalışılır mı? İşte insan haysiyeti bu kadar yok oldu. Öyle bir baskı uygulandı ki, "Maddi dünyanın dışında başka bir şeyle uğraşma, yoksa seni yok ederim" dendi. Onun için kimse sesini çıkaramıyor. Aç aç orada dizi çekiyor. Sesini çıkarsa atılacak, işsiz kalacak. Üstelik bu sadece bizim sektör için geçerli değil, tüm iş alanlarında durum böyle.
Füsun D.: Bugün demokrasi içinde yaşadığımıza kesinlikle inanmıyorum. Üç yumurtadan korkup da çocukları coplatmak, hamile bir kızın çocuğunu düşürmesine neden olmak hangi insanlığa sığar? "Hamile kadının orada ne işi var?" denildi. İnsanlar yasal protestolarını yapmakta özgürdür. Sen de onu korumakla yükümlüsün. Siz kendi yurttaşınızdan, gencinizden, hamile kadınınızdan niye bu kadar korkuyorsunuz? Korku toplumu yaratıyorlar ama asıl kendileri çok korkuyorlar. Koruma ordularıyla, zırhların içinde dolaşıyorlar. Bunları oturup düşünmek gerekiyor. Bu film de birçok şeyi düşündürüyor işte...
KORSANIN BÜYÜĞÜNÜ BAKANLIK YAPIYOR
Korsan film izliyor musunuz?
Ahmet Uğurlu: Yok. Ama korsanı da bunlar çıkarıyor. Kitap çıkmadan korsanı çıkıyor. Kim çıkarıyor? O yayınevi.
Füsun Demirel: Korsanın en büyüğünü Kültür Bakanlığı'nın kendisi yapıyor. Kültür Bakanlığı Telif Hakları Müdürlüğü, bizim ürünlere bandrol veriliyor ve müzik marketlerde bandrollü satılıyor. Bandrol niye veriliyor? Telif yasasını korumak için. Ama hepimiz biliyoruz ki, bakanlık bu bandrolleri vermesine rağmen kimseyle bir anlaşma, bir ödeme yapmıyor. Bu da yasal korsanlık.
Röportaj: Sema EREN