Öğrencisi olmakla her zaman gurur duyduğum Haydarpaşa Lisesi'nde dirsek çürütürken.. Basketbolda tek bir rakibimiz vardı; Saint Joseph Lisesi.. Müzikte tek bir rakibimiz vardı; Kadıköy Ticaret Lisesi..
Ahhh ah o Spor Sergi Sarayı (şimdiki adıyla Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Merkezi) ne maçlara ne yarışmalara tanık olmuştu..
9 Şubat 1971 Salı öğleden sonra (oy oyy oyyy 41 sene olmuş).. Gene Spor ve Sergi'nin tribünlerini doldurmuş Milliyet'in yeni bir Liselerarası Müzik Yarışması'nın finalini izlemeye hazırlanıyoruz.. Meraktan da çatlıyoruz en büyük rakibimiz Kadıköy Ticaret Lisesi bu yıl nasıl bir yenilikle sahneye çıkacak diye.. Öyle ya önceki yıllarda yaptıkları Pyschdelic Müzik'le ödül üstüne ödül toplayan Kadıköy Ticaret, bu yıl ne yapacaktı?..
Yaptılar yapacaklarını.. Üzeri Anadolu motifleriyle süslü giysilerle sahneye çıkan orkestrada geçtiğimiz yıllardan bir tek davulcu Nur Moray kalmıştı.. Allah Allah bir de bağlama eklenmişti orkestraya.. Sonra öyle bir Anadolu Rock yaptılar ki; Haydarpaşalı'sı da, Alman Liseli'si de herkes ayakta alkışladı.. Sonuç; icra dalınca birinci, beste dalında ikinci.. Peki; bağlamayı çalan delikanlı da kimdi?.. Aynı soruyu 8 bin müziksever gibi; jüri masasında oturan Barış Manço da kendi kendine sormuş olmalı ki; Nur Moray'la birlikte o genci bir hafta sonra Kurtalan Ekspres'te gördük.. O genç; Ohannes Kemer'di..
Müzik yazarı Murat Meriç'in yorumuyla; 'İlk dönem Kurtalan Ekspres'in [Ölüm Allah'ın Emri'nin, Hey Koca Topçu-Genç Osman'ın, Nazar Eyle'nin, 2023 albümünün] soundu bir başkaydı. Gitarın değil, yaylı tamburun, bazen bağlamanın yön verdiği Türk Rock'unun bu eşsiz sedası, '2023'ten sonra ana kadro dağılınca devam etmedi. Farklı yöne, farklı bir güzelliğe çevrildi. İşte bu ilk dönemdeki müziğin yaratıcısı Ohannes Kemer'den başkası değildi. Gitara, yaylı tambura, bağlamaya nefes veren, 'Nick the Chopper' albümünün orkestrasyonunu neredeyse külliyen üstlenen Kemer, kısa dönem Erol Büyükburç ve Dönüşüm maceralarının dışında, bu trenin lokomotifiydi 1970'lerin sonlarına kadar..'
Gidenlerin ardından yazmak.. Onları yeni kuşak Türk okuruna daha yakından tanıtmak gibi bir misyon üstlenmiştim ya.. Bu kez bir değişiklik yapacağım.. 'Son Giden' Ohannes'i ben değil kendisi anlatacak sizlere..
'..Annem, babam Yozgatlı ama ben 2 Mayıs 1950'de İstanbul'da doğdum. Annemler, hatıralarını anlatırlardı; tarlaları varmış, varlıklıymışlar, sonradan her şey bir anda yok olmuş. Ama vahşet durumları yok. Sonra, burada beni büyüttüler. Çevremizde kaçanlar oldu çünkü yapacak şeyleri yoktu. Kendilerini kurtarmak için kaçtılar. Varlarını, yoklarını bırakıp gittiler.
İranlı bir Ermeni'yle, Mısır Ermenisi'yle anlaşamam ama İstanbul'dakilerle anlaşabiliyorum. Burada doğmuşum çünkü. Hiç problem olmadı bu. Ben, adımı saklamadım. Ohannes'i Orhan falan yapmadım. Bazıları saklıyorlar. Türk adı alan çok arkadaşım var. Ben turnelerde bile adımı saklamadım. Bence sakıncası yoktu.
Babamın asıl mesleği bahçevanlıktı ama burada ekstradan bahçevanlık yapardı. Hasanpaşa'da ocak yapardı, işçiydi aslında. Babamın müzikle ilgisi yoktu. Amcalarımın, dayılarımın vardı, bana saz çalma hevesi onlardan geldi. Ermenice konuşamazlardı, Türkçe konuşurlar, türküler çalarlardı. Ben de başta Ermeni okuluna gittim ama sonradan Kadıköy Ticaret Lisesi'ni seçtim. Evde pilâvlar pişirilir, komşular gelir, çalar, eğlenilirdi. Rakı hikâyesi falan da yoktu. Kapı çalınır, içeri girilir, çay, kahve içilirdi. Şimdiki gibi telefon edip, izin alınıp gelmek yok. Ben hayranlıkla bakardım o zaman. Çaldıkları zaman coşarlar, büyük zevk alırlardı; ben de çok çalmak isterdim. 'Bir gün ben de böyle çalabilecek miyim?' dedim kendi kendime!
Annem de şarkı söylerdi.. Hatta yaylı tambur çalmaya başladığım zaman bana ilk eşlik eden annem olmuştu. Kadıköy'de ahşap, iki katlı bir evimiz vardı. Ben çalardım, annem de söylemeye başlardı: 'Yağmurun sesine baaak..' Zevk alırdı söylemekten. Babam hiç söylemedi. Abim çok istedi, öğretmeye çalıştım ama olmadı. Kabiliyet bende toplanmış demek.
Antika bir gramofonumuz vardı! Sonra kaybettik. Keşke şimdi yine yanımda olsa. Yerli taş plâklar dinlerdik hep. Zeki Müren plâklarımız vardı. Şimdi hatırlayamadığım udî plâklar vardı, onlardı dinlerdik. Hayalim gitar çalabilmekti. Amcalarım, dayılarım çalarken, saz beni yavaş yavaş okşadı. 'İngiliz gibi gitar çalacağıma, Türk gibi saz çalayım' dedim. Türk Müziği'nin içine girince kurtulamıyorsun, bir yerde kalıyor o. Yabancıyı ne kadar taklit etsen boş! Olmuyor aynısı. Onlar da senin gibi saz çalmaya çalışır ama bu olamaz. Gerçek bu. Buna damgamı basarım ben.
Kadıköy Ticaret Lisesi'ne girdiğimde Nur Moray ile tanıştım. Okul orkestrasını kurmuştu. Ben de gruba katıldım. Milliyet'in 1971 Türkiye Liselerarası Müzik Yarışması'nda 1. olduk. Jüri masasında oturanlardan biri de Barış Manço idi. Manço, yarışmadan sonra Nur'la beni Kurtalan Ekspres'e almak istedi. Cem Karaca'yla çalışmayı da çok isterdik.. Cem'in annesi Toto Karaca, beni Cem'in grubuna almayı çok istemişti ama kısmet işte bir türlü olmamıştı!
Nur'la birlikte Barış'ın grubuna girdik. O zaman ben saz çalıyordum, yaylı tamburu bilmezdim. Cahit Berkay'ın tamburu, Barış'ın evindeydi. Bana 'Çalar mısın?' diye sordu. 'Çalarım' dedim. Aldım tamburu eve gittim. İki hafta çalıştım. Kıbrıs'a konsere gittik. İlk orada çaldım 'Katip Arzuhalim Yaz Yare Böyle'yi..
İlk çaldığım plâk; İlhan Şeşen'in ilk 45'lik plâğıdır. İlhan, beni aldı stüdyoya götürdü ve saz çaldım ben de! İlhan'ın içinde 'Dua' ve 'Kavga' adlı bestelerinin bulunduğu ilk ve tek 45'liğidir o plâk. Biz; Fenerbahçe Yelken Kulübü'nde çalışıyorduk. Nur, yine vardı grupta.
Okul orkestrasında kendi bestelerimizi çalardık. Hatta 1. olduğumuz sene 'Sıla' diye bir şarkı çalmıştık. Sözlerini İlhan Şeşen yazmıştı çok güzel sözleri vardı. Bestesini de Nur'la ben yapmıştık. Hatta Mazhar'la Fuat vardı o dönem; Kaygısızlar grubu. Onlara çaldık ilk Nur'la çift sesli. 'Nasıl?' dedik 'Bir şeyler yapabilir miyiz bu şarkıyla?'.. 'Siz' dediler 'Aldınız hikâyeyi'. Hikâye orada bitti. Biz zaten bekliyorduk birinci olacağımızı..
Lise 2'den ayrıldım. Ondan sonra okul hayatım bitti. Ticaret falan öğrenemedim zaten, hiç anlamam. Bir hocam vardı hiç unutmuyorum; Ticari Aritmetik Hocası Zeynep Hanım, 'Bana müdür muavininin taklidini yap, seni geçireceğim' derdi. Bütün sınıfın içinde yaptım taklidini, millet kırılıyor gülmekten.. Başka bir hoca vardı; yürüyüşü değişikti. Onun da taklidini yapmamı istediler. Yaptım, sınıfı geçtim.
Saçlı, sakallı gezerdik. Kimse kızmazdı bize. Ama Barış'ın grubuna girdikten sonra her şeyi koyverdik gitti! Kadıköy'de bir inzibat karakolu vardı. Uzun saçlı birini gördüler mi hemen yakalar, saçlarını kesiverirlerdi. Öyle bir kanun çıkartılmıştı o dönem. Barış'ın peşindeydi o inzibatlar. Biz de Nur'la çok kaçtık onlardan. Onlar kovalardı, bizler ara sokaklarda izimizi kaybettirirdik. Çok kovalandık öyle.
Büyük kahramandık hepimiz de! Yanımızdan Üç Hürel'ler geçerdi, karşılıklı bakışırdık, caka satardık birbirimize. Ama kimseyi hor görmezdik. Edip [Akbayram] komşumuzdu, akşam yemeklerimizi beraber yerdik, saz çalardık sonra. Çok şeyler paylaştık Edip'le.
Üç Hürel'le böyle bir durumumuz olmadı ama. Kasıntı adamlardı biraz, artist gibi. Hiç yaklaştırmadılar yanlarına. Yıllar sonra Feridun Hürel'le Londra'da bir barda karşılaştık orada konuştuk. Artık vatan hasreti midir başka bir şey midir bilinmez ama birden samimi olduk..'
Sonra?..
Barış Manço- Kurtalan Ekspres'in 1974 tarihli Avustralya turnesinin bitiminde, gruptan ayrılıp bu ülkeye yaşamaya başladı ve Gurbet adlı grup kurdu. Çeşitli lokallerde Türkçe müzik yaparak yaşamını sürdürdü. Devamında grubu dağıtıp Türkiye'ye döndü ve bıraktığı yerden Kurtalan'daki görevine devam etti.. 1977'de bu kez Londra'ya yerleşip Jennifer Turner'la evlendi ve Aksaray adında bir grupta çaldı.. Sonra yine ver elini Sidney.. Boyunca oğulları olmuştu.. Kendini evlatlarına adadı.. Ve o gün geldi çattı..
16 Kasım..
2000'de Ahmet Kaya'yı almıştı.. 2012'de de Kerem Güney'le birlikte Ohannes Kemer'i..
Farkındayım; Barış Manço, Cem Karaca ve Fikret Kızılok yukarılarda bir yerlerde boş durmuyor.. Sürekli yanlarına birilerini alıyorlar..
Sıkı bir konser bizi bekliyor galiba.. Nasıl mı haberimiz olacak?..
HEY Dergisi'nden sevgili yazı işeri müdürüm Yener Süsoy ile sevgili kardeşim Sami Başaran da onların yanında değil mi?.. Onlar asla haber atlamazlar..
hulusi.tunca@magazinkolik.com