Okan Bayülgen... 'SANATTA YA BİRİNCİSİN, YA HİÇBİR ŞEY DEĞİLSİN!'

Türkiye’nin en uzun soluklu gençlik festivali Genç Günler’in 38.sinde, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde söyleşi konuğu Okan Bayülgen oldu.

“Ya Filozof Olacaktım Ya Da Eğitimini Gördüğüm Sanatı Yapacaktım”

Söyleşinin moderatörlüğünü yapan Dilek Tekintaş’ın “Günümüzde artık herkesin sinemaya atlamaya çalıştığı bir zamanda siz tepe noktadan tiyatroya geçtiniz.” cümlesi üzerine:

“Bunda Teoman ile aynı yaşa gelmiş olmamın nedeni büyük. Ya filozof olacaktım ya da eğitimini gördüğüm sanatı yapacaktım. Ulusal kanalların sadece dizi kanalları haline gelmesinin payı var.

Televizyonun artık bir gücü yok. Türkiye’de yayın dejenerasyonu daha çabuk ilerledi. Avrupa’da yayıncılık hala geçerli, ertesi gün televizyonda izlenen bir yayın üzerine konuşulabiliyor.

Tiyatro bir buluşma ve tartışma alanı olarak, opera, bale, bütün performans sanatları, insanlar gözlerini aynı şeye dikip aynı şeye beraberce bakıyorlar ve ertesi gün bu performansı konuşabiliyor.

Televizyonda bu kalmadı artık. İletişimi oyun üzerinden kuruyor platformlar. Pandemi sonrasında herkesin yok olacağını düşündüğü tiyatro ya da sinema izleme meselesi aksine coştu, bütün dünyada böyle…

Birlikte izleme, hem yayıncılık hem sanat tarafında duran bir insan olarak, bunu tahmin ettim. Kişisel nedenlerim de var elbette ancak objektif nedenler bu kararımda etkili oldu. Gençler bir an önce başarı istiyorlar.

Şöhret, para, güç ve her ne istiyorlarsa onları yan yana yazıyorlar. Hâlbuki mesleki tatmin dediğimiz şeyin yayıncılıkta olamayacağını gördüm. Gençlerle ekranlarda buluşmuş bir insan olarak, bu tatmini bulamayacağımı düşünüyorum” dedi.

“Tiyatroya Nasıl Başladınız?”

Fransa’nın ortasında bir yerde siyaset ve ekonomi okuyordum, yalnızdım, kız arkadaşımdan ayrılmıştım, sokak tiyatrosu festivali yapılıyordu ve Shakespeare oyunlarından kısımları akrobasi tarzında sahneleniyordu.

Bayıldım, çok güzel kızlar vardı. Ben gömülmüşüm, siyaset, ekonomi okuyorum. O zaman çok yakışıklı bir adam belirdi, füme bir işçi tulumu giymişti, herkes ona hayranlıkla bakıyordu. Kim dedim, dediler ki o bizim yönetmenimiz.

Konservatuvar giriş sınavında tiyatroyu neden seçtiğimi sorduklarında ben bu olayı anlattım. Ve jüriye çok farklı ve samimi geldi.

“Oyun yazıyorsunuz…”

Oyunu bir ekiple birlikte yazıyorum. Nihal Usanmaz’ın da içine dahil olduğu bir oyun, roman yazmaya çalışsak beraber yazamayız. Fakat diyaloglu bir iş çıkaracaksak, bir sahne performansı için metin yazıyorsak, olabiliyor.

Sizin de içinde bulunduğunuz dramaturji, danışman Yalın Alpay, Yıldırım Fikret Urağ, birçok kişi vardı. Bu aslında yazara neyi sağlıyor, yazar tek başına olmuyor, bir hükmedici olmalı, sezgisel tarafları konusunda ısrar edici olmalı, birçok kişinin süzgecinden geçirmek önemli. Birçok şey sanatta sezgiseldir.

“Oyundan sonra seyirci söyleşileri yapmaya başladınız. Nasıl bir etkileşim alıyorsunuz?”

Spielberg filminden sonra eve rahat gidersiniz. Çünkü o bütün problemleri çözer. Spielberg para kazanır, Kubrick kazanamaz. Schindler’in Listesi’ni Spielberg bir başarı öyküsü olarak anlatabilir.

Siz o filmi izledikten sonra, üzülmezsiniz oradaki duruma, bir başarı filmi izlemiş olarak çıkarsınız. Ancak Kubrick filminde yeni sorular sorar, yeni sorunlar üretir. Sanatın ödevi yanıt vermek değil, soru sormaktır.

Biz de seyircimize oyundan sonra, oyunda sorduğumuz soruların yanıtları var mı? diye merak ediyoruz. Bu söyleşilerde seyircimizden her zaman doğru geri dönüşler alarak ayrıldık.

Seyircinin bu kadar iyi eleştirmen olduğunu bu söyleşilerde gördük. Bizzat tiyatroda seyirciye ihtiyaç var. Beraberce üretim yapıyoruz ve cezalı gibi oyuncular ve seyirci ayrı yerlerden çıkıyoruz. Oysa beraber üretim yapıyoruz.

Richard’da iki oyun sonra yüz bin seyirciye ulaşıyoruz. Yüz bin seyirci öyle bir geri yanıt verebilir ki, toplanıyoruz konuşuyoruz, çok önemli. Tiyatroya, evdeki hikâyeyi bırakıp buradaki hikâyeyi görmeye gelen seyirciye, özel tiyatrolarda bu bileti ödemeyi göze almış seyirciye, karşılığını vermek gerekiyor.

Bu insan bu çabayı gösterdiyse, hakikaten biraz kafası karışsın, önüne bir puzzle atalım, onu çözsün, ukala bir tavırla yapmıyoruz bunu, gel bunu beraber çözelim diyoruz.

Bir seyircinin “Yeni çalışma alanlarına dair neler önerirsiniz?” sorusu üzerine:

Farklı teknolojiler farklı üretim süreçleri getirdi. Şimdi gençler bizim medyada yaptığımız gibi şeylere heves ettiği zaman önlerinde bir alan bulamıyorlar. Hem biz hem bizden önceki abiler, bu alanı buluyordu.

Biz 1994 ekonomik krizinin ürünleriyiz. Uzun süre insanları kapsayacak ve insanları mutlu edecek çalışmalara ihtiyaç doğdu. Bizim alanımız vardı, genel yayın yönetmenleri de bizim ne yapacağımızı bilmiyordu.

Faruk Bayhan dünyanın en iyi genel yayın yönetmenlerinden biridir. Ben bu adama güveniyorum dedi ve biz bu işleri yaptık. Dünyada da bu böyleydi. Dünya artık bütün platformların algoritmayla yönetildiği bir yere geldi. Editörlerin ve algoritmaların dünyası artık. Ahmet Ertegün gibi bir adam çıkmaz artık.

Bugün artık çıkmıyor da. Artık gençler için kendi bildikleri gibi davranacakları alanlar yok, o alanlar kısıtlanmış durumda. Tiyatro bu imkânı veriyor aslında. Şu an küçük salonlarda iki kişilik, üç kişilik, apartmandan bozma alanlarda tiyatro oynanıyor.

Ayrıca tiyatro şu imkânı da veriyor, Richard, Dracula, Napolyon, Marcus de Sade gibi projelendirdiğim işler var. Sinemada bu mümkün değil, ancak sahne bize yapılabilir bir alan sunuyor. Tiyatro seyircisi de mükemmel, ortak hayal kurabiliyorsa bunu alıyor, seviyor.

Oyunun sonunda selam veriyoruz, Süpermen selam veriyor mu filmin sonunda?

“Bir Hikâye Yaratmanın Çok Büyük Bir Önemi Var”

Gelecekteki oyunculardan bir seyirci olarak ne beklerim diye sorarsanız, tiyatronun bir mutluluk vaat ettiğini ancak çok çalışmanın gerekli olduğunu söyleyebilirim. Sanatta ya birincisin ya hiçbir şey değilsin.

Dolayısıyla bir hikâye yaratmanın çok büyük bir önemi var. Dracula’dan bir replikle söyleyim, “Bir resim niçin değerlidir” der, Emily, “Güzel olduğu için” diyor. Hayır diyor, bir ressamı olduğu için. Sanatta erimek çok güzel, sanata kendini feda etmek çok güzel, siz konservatuvara gittiğinizde belki çok yeni bir şeyin temsilcisi olacaksınız.

Tiyatroda uzun bir hayatınız olur ancak dizilerde böyle uzun bir hayatınız olmaz. Konservatuvar yılları çabuk geçer. Oyunculuk, diplomalıları işe aldıkları bir meslek değildir.

Sahneye çıktığınızda konservatuvar bitirmemiş arkadaşlarınızla aynı sahneyi paylaşacaksınız ve onlar belki daha iyi bir performansa sahip olacak. Tiyatro oyuncusu da entelektüel çünkü oyunu anlamak ve bilmek zorunda.

Yönetmenler oyuncuları ikna etmek zorundalar. Oyuncunun da bunu anlayacak kapasitesi olmalı.

Söyleşi Okan Bayülgen’e plaket ve çiçek takdim edilmesiyle sona erdi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Röportaj Haberleri