Sinem Öztürk Uslu..."PARAMPARÇA"DA DRAM OYNAMANIN HEYECANINI YAŞIYORUM"!
Kiralık Aşk dizisi ile isminden söz ettiren ve yeni sezonda Paramparça’ya transfer olan Sinem Öztürk Uslu evinin kapılarını ilk kez MAG okurları için açtı.
İşte Sinem Öztürk Uslu'nun MAG Dergisine verdiği o röportaj...
Kariyerinde hep farklı karakterleri üzerine giyerek risk almayı seven, cesaretli bir oyuncu.
Öyle ki; bir bakıyorsunuz "Huzur Sokağı"nın masum ve aile yapısı ile mazbut Şükran'ı,
bir bakıyorsunuz "Kiralık Aşk" dizisinin, güzelliğinin farkında ama
hırslarına esir düşen ve hata yapan güçlü karakteri Yasemin...
Ve şimdi de "Paramparça" dizisinde sürpriz bir rolle karşımıza çıkacak...
Onun hayat felsefesinde "yaşamak" var. Kalbinin sesini dinleyerek yaşamak... Asla hayalperest değil ama inandıkları için savaş veren bir kadın. Kendini de böyle tanımlıyor zaten;
"Çoğu insan gördüğüm zaman inanırım der, gerçek şu ki; inandığımız zaman görmeye başlarız."
Bu nedenle başkaları için hızlı gerçekleşen her şey, onun için inandıklarını yaşamak aslında.
Bu röportajda da kendi huzur buldukları şekilde eşi Mustafa Uslu ile
dekore ettikleri yeşiller içindeki evlerinde onların aşklarını göreceksiniz.
Evliliğinden sonra ilk kez evinin kapılarını MAG dergisine açan Sinem Öztürk Uslu, iş ve aşk hayatında mutluluğun peşinde... Ünlü olmak değil, iyi bir oyuncu olmak onun için değerli olan. Röportajımıza katılan eşi yapımcı Mustafa Uslu ile kurdukları yuvada, aşkla ağırladılar bizi.
Ve sürprizi açıkladılar. Eşinin Kore'de çekeceği filmde oynayacak Sinem Öztürk Uslu...
ikkat çekici, güzel ve oyuncu olarak sektörde kendini kanıtlamış bir isim olmak zor mu? Çünkü ne zaman iyi fiziğe sahip bir oyuncu çıksa hemen, "güzel diye rolü kapmış" ön yargısı oluşuyor.
Oyuncu olarak bu yargıyı dışarıdan kırmak sadece sizin elinizdedir. Bu yüzden iyi karakter, kötü karakter ayrımcılığı yapmadan her rolün kadını olmak için elimden geleni yapıyorum. Üzerimize giydiğimiz karakterlerin birbirlerinden farklılığı oluşamaz ise, tek tip risk almayan popülerlik derdine düşmüş ve üzerine kimlik yapıştırılmış bir oyuncu olursun. Benim için, "Sinem sadece bu rollerin kadınıdır" inancını kırmak ve bunu başarmak kariyerimdeki en önemli ve beni tatmin eden başarıdır.
Sinem Öztürk Uslu'un karakterine yakıştırmış ve inanmış olduğu hayat felsefesi nedir?
Çoğu insan gördüğüm zaman inanırım der, gerçek şu ki; inandığımız zaman görmeye başlarız... Hayattan istediğim her şeye; "yapacağım" diyorum, inandığım zaman gerçekleştiriyorum. Hedefleri, ütopya yapmaya gerek yok. Hayatın getirdiklerini görüp, inanıp yapmak daha kolay ve daha iyi.
Sana gerçekçi diyebilir miyiz?
Evet. Kendim ile ilgili aldığım kararlarımda net ve gerçekçi olduğumun farkındayım. Mesela yaşamıma dahil olmasını istediğim her konuda iki türlü tavrım vardır: Olacağına inanıyorsam inat ediyor ve gerçekleşmesi için çabamı özen ile belirginleştiriyorum. Ama kendim bile çok inanmıyorsam ve boşuna inadın öncelikle manevi olarak bana zarar verebileceğini fark ettiysem, zorlamayıp orada bırakıyorum. İnsan, en çok kendini sevmeyi öğrenmeli.
Boşuna inat edilmemeli mi?
Kesinlikle. Bu aşk olur, iş olur. Verdiğin direncin karşılığını alamıyorsan bir noktada durup bakış açını değiştirmen gerekiyor. "Benim için hayırlı değilmiş" inancı ile, o noktada bırakman ve yoluna devam etmen lazım.
Kadınlar her şeyde daha mı inatçı?
Kadın kendine inanmalı. Toplumda statü verilmeyince, boşluğa düşebiliyor. Şiddete de boyun eğmesi gibi hepsi eğitime geliyor. Aslında olay kendine inançta. Halbuki kadın çok güçlü. Bunu erkekler bildiği için statü vermemeye çalışıyor. Kadın on kat daha güçlü. Ve kadından korkuyorlar, bastırmaya çalışıyorlar. Erkek daha düz mantık, kadın daha komplike. Güçlü bir kadını kimse çözemeyeceği için böyle oluyor. Sonuçta bir canavarla baş edemeyeceğini düşünüyor. O yüzden baskı uygulayıp yıldırma politikası izliyorlar.
Son oynadığın dizilerdeki rollerinde güçlü, eğitimli karakterler gördük. Mesela Kiralık Aşk'ta Yasemin karakteri...
Evet o çok hırslıydı. Hırsı kendine zarar veriyordu. Azimli olmakla hırsı karıştırmamak lazım. Ben azimliyim ama hırsıma yenilmem. Mesela, Yasemin'de hırs ve başarı için çevirdiği dolapları gördük. Ama kimse böyle olmak istemez.İş yaşantısının başında bir kadın olarak neler yaşadı bilmiyoruz. Neler çekti de bu hale geldi diye sormak lazım. Yasemin hırsıyla etrafına kötülük yapan bir karaktere dönüşmüş sonuçta.
Kötü karakteri oynamak oyuncu için dezavantaj mı? İzleyici tarafından sevgi dolu sözcükler duymuyorsun sonuçta...
Kötü karakter olarak girdim diziye. Başta bir seçim yapıyoruz. Ben de bunu bilerek seçtim. Oynamak istediğimizi seçiyoruz. Kötü karakteri oynamak kötü değil, hatta bence çok güzel. Çünkü gerçekte olmadığın gibi davranıyorsun. Bu, oyuncuyu besleyen ve yükselten bir durum. Oynarken seyirci beni sevmeyecek korkusuyla, "Bu kadar kötü olmamalıyım" demek bir oyuncu için yanlış bir yaklaşım. Oyuncular kendi karakterleriyle oynadığı karakteri karıştırabiliyor. "Ya bu karakter bunu yapar mı? Bu kadar da kötü olunmaz" diyen oyuncular var, ben buna sinir oluyorum. Çünkü insanoğlu her şeyi yapar. Her şey insanlar ve seçimlerle alakalı. Kötü olmak da bir seçim. Gerçek hayatta kötü insanlarla karşılaşmıyor muyuz? Tabii ki var. Hepimizin karşısına farklı şekillerde çıkıyor. Bu nedenle kötüye inandırmak ve insanlardan reaksiyon almak oyunculuğumu iyi yaptığımı gösteriyor. Bu da beni tatmin ediyor. Oyuncu, tatmin olduğunda inandırıcı olur.
Ama hikayenin hep iyi kızı olmak, yardımsever rollerde yer almak, saf, sevimli karakteri oynamak her oyuncunun hayali değil mi yani? Evimizin kızı olma hayalleri kuran oyuncular yok mu?
Ünlü olmak isteyenler var. Kariyerle popülariteyi karıştıran oyuncular var. Türkiye'de ünlü olmak çok kolay. Bir lafla, bir şarkıyla hatta bir video ile ünlü ve fenomen olabiliyorsun. Bazı projeler vardır. Çok şanslıdır. Doğru senaryo ve doğru cast seçimi ile yola başlanır. Başarı geldiği zaman herkes bunu sahiplenir. Ama başarısızlık söz konusu olunca herkes birbirini suçlamaya başlar. Bizim işimizde de en büyük handikap budur. Çünkü başarıyı kendine yorup, sahiplenip her şeyi kendi yaptığını zanneden oyuncular var. Onların bir anda enerjileri değişiyor. Bu da bir sonraki projelerinde korkuyu ve başarısızlığı getiriyor. Ya sevilmezsem ya tutmazsa korkusu. Oyunculuk bu değil; bu ünü sahiplenme ve koruma endişesi. Bazı isimler var bu dönemde ve her dönemde karşımıza çıkan. Şanslı proje insanları diyorum ben onlara. Yaz dönemi projelerinden çıkıp popüler olan. Bunlar genç oyuncular. Eğer bu isimler popülariteye kapılıp kendilerini geliştirmezlerse, aynı giderlerse popülerliğin ve takipçilerin verdiği mutluluğa, rahatlığa kapılırlarsa disiplinlerinden de vazgeçerlerse ömürlük değil, sezonluk oyuncu olarak kalırlar. Farklı roller oynamak için çaba göstermezlerse kaybederler.
Değişime mi uğruyorlar?
Oyunculuk disiplin işi. Ezberini yapmak, saatinde gelmek, ekiple uyum içinde çalışmak bir disiplindir. Etrafa verdiğin enerji bile değişir. Kendini olmadığın bir üne kaptırırsan işler sarpa sarar. Oyunculukta bir adım bile ilerleyemez. Kariyerini toparlayamaz.
Peki, Kiralık Aşk gibi reyting rekorları kıran bir diziden ayrılmak seni ürkütmedi mi?Çok cesur bir karar değil mi?
Ben çok şanslıydım. Güzel bir projede, çok güzel işler yaptık. Çok eğlendik. Ama benim için oyunculuk kariyerim açısından yeni karakterler aramaya başlamak daha doğruydu. Çünkü benim ünlü olma endişem yok. Başarı ve kariyerimde kendimi besleme güdüm var. Oynadığım karakter doymuşsa yenilerine bakma zamanım gelmiştir. Dizinin ilerleyişine bakarak doyan bir karakterin projeye de bir oyuncu olarak bana da bir katkısı olmaz. Bu nedenle oyuncu, yeni karakter aramaktan korkmamalı. Oyunculuğun gerektirdiği budur. Ben verimli olmaya çalışan bir oyuncuyum.
Sen aslında kamera arkasında bulunmuş bir oyuncusun. Hem yönetmenlik hem de senaristlik deneyimlerin var. Ve biliyorum ki, aklında daha dökmediğin senaryolar, hikayeler var. Dizilerde sana sunulan senaryoyu oynuyorsun. Basında da bazen oyuncuların senaryolara müdahale ettiği haberlerini okuyoruz. Oyuncu senaryoya müdahale edebilme hakkına sahip mi?
Oyuncuların genelde senaryoya karışması mantıksız. Herkes kendi işini yapmalı. Ama eğer senarist benim ana hatlarıyla kabul ettiğim karakterin akışını bozuyorsa, benim de senaryoyu eleştirme hakkım var. Karakter bir anda 180 derece değişiyorsa, kötü olarak başlayıp sihirli değnek değmişçesine, sebepsiz iyi karaktere dönüşüyorsa müdahale etme hakkım var. Çünkü benden imkansızı oynamamı istiyorsun demektir. Gerçek hayatta değişim bu kadar kolay değildir. Biz de inandırıcı olmak zorundayız. Karakter inandırıcılığını kaybederse, ben de oyuncu olarak başarısız olurum. Seyirciye de saygısızlık olur. Oyuncu doyacak ki, senaryoyu hayata geçirebilsin. Karakteri de inandırıcı olsun. Sonuçta, herkesin karşısına çıkabilecek insanları oynuyoruz. Bir anda değişim ancak masallarda olur.
Bundan sonra oyuncu olarak Sinem Öztürk Uslu, ne yapmak istiyor?
Drama oynamak istiyorum. Yatarken, "Yarın nasıl oynayacağım?" diye düşünmek istiyorum. Zorlasın farklılık olsun, uğraşayım, üzerine bir şeyler katmaya çalışayım istiyorum. Bu yüzden yeni projem Paramparça dizisi, bu noktada tam aradığım iş. Zaten benim keyifle takip ettiğim, içinde olmak istediğim bir projeydi. Dinamikleri, oyuncuları, senaryosuyla heyecan yaratan bir iş. Şimdi yeni sezonda burada olacağım için enerji doluyum. Yeni karakterime çalışmak, onu incelemek, ona katkı sağlayacağımı düşünmek çok mutlu ediyor. Dram oynamanın heyecanını yaşayacağım.
Kalbinin sesini dinleyen ve cesur yüreği ile hiç düşünmeden kısa zamanda "beklediğim aşk buydu" diyerek evlenen Sinem Öztürk Uslu'nun evlilik ile hayatında değişen şeyleri, birlikte aşk ile kurduğunuz evinizi biraz senden dinleyelim...
Aşık olmamla birlikte hayatımda her şey değişti. Ben de değiştim. Dinginleştim. Artık bir şeyleri düşünürken eşimle birlikte olan huzurum her şeyin önüne geçti. Evimizi de böyle seçtik. İkimiz olalım istiyoruz. Yeşilin içinde, huzurlu birbirimize bakarak vakit geçirelim istiyoruz. Ama bir taraftan da dostlarımızla beraber olmak onlarla mutluluğu paylaşmak isteğimiz... Dekorasyonda da buna önem verdik. Büyük masalar etrafında toplanıp sevdiklerimizle iyi vakit geçirmenin peşine düştük. Zaten evi on gün içerisinde seçtik. Her şeyimiz çok hızlı oldu. Bu evi beğendik ve o kadar çok huzur verdi ki bu ev bize, burada yaşlanıp hatta ölme hayali kurduk.
Aslında bizim hayatımız bir puzzle gibi. Her şey birbirine uyumlu gerçekleşti. Tüm bireysel eksikliklerimizi birbirimizle tamamladık. Kendimizi törpüledik, saygı ve aşkla beslenmeye devam ediyoruz.
Evimiz de bizimle yaşayan, tamamen bizim zevkimizi yansıtan bir yaşam alanı olsun istedik. Bu nedenle de dekorasyonu, hiç kimsenin desteğini almadan yaptık. Sadece 'biz' olalım dedik. İstediğimiz zaman yalnız olabileceğimiz, istediğimiz zaman dostlarımızı ağırlayabileceğimiz, istediğimiz zaman sokağa karışabileceğimiz bir dünya yarattık. Köpeklerimizle, atlarımızla dünyamız bizim dünyamız. Benim için huzur çok önemli. Huzuru buldum. Yeni bir hayata başladım diyebilirim. At binmeyi öğreniyorum. Mustafa, zaten bu dünyanın içindeydi. Almanya olsun, İstanbul olsun atlarıyla, yarışlarıyla kendi zevkleri vardı. Şimdi ben de dahil oldum. Küçük bir Vespam var. Onunla geziyorum. Derslere gidiyorum, at biniyorum. Atların gizemli dünyasına girdim.
Ata bindiğinde ne hissediyorsun, bir yığın evcil hayvana sahip olabiliriz ama bir ata sahip olmak bana hep çok özel gelmiştir. nasıl bir farklılıktır at sevgisi?
Benim de çok yeni tecrübe ettiğim ama beni inanılmaz etkileyen bir sevgi ve bağ bu, beden ve ruh olarak bütünleştiğini hissettiğin bir tecrübe... At, sen eyere oturduğun anda senin tecrübeni, hakimiyetini hemen hissedebilen bir hayvan ve o andan itibaren ona hissettiğin sevgiyi algıladığı gibi ya sen ata hükmedeceksin ya da o sana... Bu bağ inanılmaz bir endorfin salgılıyor, canım ne kadar sıkkın olursa olsun o ata bindiğim an bambaşka bir insan oluyorum. Çok önemli de bir spor, ben öyle spor yapmayı seven biri hiç olmadım yıllarca, fitness ve pilates salonlarına bir heves ile üye olup da hep bir bahane ile kendimi uzaklaştıran biriydim. Ama şimdi at ile geçireceğim zaman dilimini iple çekiyorum.
Evinizde en huzur bulduğunuz yer neresi?
Sinema odamızı çok seviyoruz. Şimdi her günümüz neredeyse bu odada geçiyor. Film izliyoruz, üzerine konuşup, fikirlerimizi söylüyoruz en önemlisi eşim Mustafa'nın filmlerinin ilk montajdan çıkmış hallerini birlikte seyrediyoruz. Hatta tatile bile gittiğimizde sinema odamızda olsaydık diye özlem duyuyoruz. Aslında önemli olan oda da değil; sevdiğinle, huzurla yan yana olabilmektir asıl olan, bu yüzden mekanın ve metrekarenin hiçbir önemi yok.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.