Zeliha SUNAL
TÜRKİYE'DE SANATÇI OLMAK ZOR ZANAAT BE ARKADAŞIM! (Bölüm 1)
Diyelim ki çocuğunun doğuştan müziğe kaabiliyetli olduğu belli .. Anneler hemen çocuklarına müzik aletleri alırlar, müzik dersleri aldırırlar. Baleye gitmeyen kız çocuğu neredeyse yok gibidir. Obez de olsa farketmez. İki dönsün yeter. Kıyafetleri çok cezbedicidir. Aynı şeyi erkek çocukları için söyleyemeyeceğim. Bu noktada baba devreye girer. Bizimkilerin erkek çocukları pek kıymetlidir. Erkek kısmı taytı mı giyecek... Yok yaa!..
Küçükken dünya çapında sanatçı olacağını düşündüğünüz çocuğunuz aslında bu işi meslek olarak seçemez. Çünkü ailelerin onlar için başka hayalleri vardır. Doktor, mimar, mühendis olmak zorundadır. Çocukcağızın hevesi kursağında kalır.
Türkiye'de yıllarca bu iş para kazanılan bir meslek gibi gelmemiştir zaten. Hatta "kızını boş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır" gibi veciz laflarımız da vardır.
Müzisyene kız vermezlerdi. Bakkal isen daha kolay evlenebilirdin. Hatta bizzat annemin de ben müzisyen bir koca buldum dediğimde "keşke bakkal olsaydı" demişliği de vardır.
Konservatuvara gidebilenler şanslıydı. Ama alaylı dediğimiz müzisyenler de havalıydı.
Yıllarca hiç kimse müziğe yatırım yapmadı. Pek çoğu için müzik düğünlerde olmazsa olmaz bando takımıydı. Profesyonel olarak bu mesleği yapmak için çok sevmek, çok gönül vermek gerekiyordu. Çünkü para kazanmak için hem beynini hem de bedenini eğitmek durumundasın. Ayrıca ilk adım olarak müzik aletlerine yatırım yapması için annene veya babana bayaa ağlamak gerekiyor. İlk sponsorun ailendir her zaman.
Aslında bütün engelleri aşıp sahneye çıkabilenler için çok havalı bir iştir müzisyenlik. Sahne ışıkları altında en çirkin bile bir anda güzelleşebilir. Şöyle havalı bir kıyafet seçip saç-baş, tarz yarattın mı gelsin kızlar, ya da zengin hovarda erkekler!..
Bir dönem sahnede enstrüman çalmak için çok da nota bilmek gerekmiyordu. Özellikle her şehrimizin müstesna bir semtinde bulunan roman mahalleleri müzisyen fabrikası gibiydi. Çünkü özel yetenekli bu insanlar müziğin para getirdiğini taa küçükken fark etmişti. Her kabiliyetli roman çocuğu hangi enstrümanı çalacaksa o; üstada çıraklık yapar, sadece sazı değil sahne duruşunu da öğrenir.
Sahnede durmak sadece enstrüman çalmak değildir. Eğer sahneye ayak bastığında kendinden emin duramazsan diğer müzisyenler senin sazına hakim olduğundan şüphe duyarlar. Şahane çalsan bile..
Bu arada "keşke roman olsam" diye hayıflanacağım güzellikte sanatçılar çıkmıştır o mahallelerden. Geçenlerde kaybettiğimiz ünlü kanun sanatçısı Halil Karaduman gibi..
Sibel Can, Kibariye, Ümmiye ve pek çokları gibi.
Yazımın sonuna geldim ama hala sahnenin üstüne çıkamadık. Henüz üretim kısmındayız.
2.bölümde sahne üstünde olacağız.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.