UZAKLARDAN MEKTUP VAR! OKUYUN ÜZÜLDÜKÇE, SIKILDIKÇA, YORULDUKÇA OKUYUN!
Bugüne dek köşemi hiç kimseye vermedim, emanet etmedim?
Hafta başında öyle bir mektup aldım ki; dedim bu yazı yayınlanmalı!...
Özge bizim Avustralya temsilcimiz?
Sosyal medyada paylaştığım "Bizimle stajyer gibi çalışacak ve yetiştirilecek elemanlar aranıyor" duyuruma taaa Avustralya'dan cevap veren bir "gönüllü" o!..
Aynı duyuruma aynı gün cevap veren hem de bu işin okulunu okuyan bir başka aday; Bahçelievler'de oturduğunu belirterek; "Ama çok uzağız Nurcan Bey!" derken; uçakla bile 20 saatte ulaşabildiğimiz 12.500 Km uzaklıktaki biri "Ben varım Nurcan Bey" diyordu?
Önce yolladığımız birkaç haberi düzeltti sadece? Sonra ciddi ciddi editörlük yapmaya başladı, ardından zaman zaman muhabirlik. Ve 1 yıl gibi kısa zamanda temsilcilik? Yani gereğinde muhabir, gereğinde editör gereğinde de temsilci?
Neyse sözü çok uzatmak istemiyorum!.. Sizi Özge Mc Aree'nin o duygu yüklü ve kişisel gelişim konusunda ders olarak okutulabilecek sözcükleriyle baş başa bırakmak istiyorum?
Mektup geldiğinden bu yana yani 2 gündür ben umutsuzluğa kapıldığımda, sıkıldığımda, yorulduğumda bu yazıyı bir daha okuyorum? İyi geliyor!. Tavsiye ediyorum siz de okuyun. İyi gelecek?
********************************
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE" DİYEMEDİĞİMİZ ZAMANLAR VAR ? BİLİYOR MUSUNUZ?
Bu senenin Mayıs ayında Sydney, Avustralya'da düzenlenen Anadolu Türk Festivalinde 30 Bin Türk bir araya gelmişti. Magazinkoliğin Avustralya temsilcisi olarak ben de ordaydım. Birbirinden güzel fotoğraflar çekerek, sabah 9'dan akşam 8'e kadar da, Ayna Grubu'nun sahneye çıkmasını beklemekten ağaç olduğum o hafif yağmurlu ama çok soğuk günün haberini yazıp yollamıştım Sevgili Genel Yayın Yönetmenim Nurcan Sabur'a.
Bu benim kendi çektiğim fotoğraflarla derlediğim ilk haberimdi. Heyecanla bekledim ondan gelecek tepkiyi. Geldi! Hemen açtım maili "ellerine sağlık" sözlerini okumak için.
Haberi bana geri yollamıştı Nurcan Sabur, "tekrar yaz bunu" diyerek. O kadar! Başka bir mesaj da yok.
Yazmak için de saatlerce uğraştığım haberin beğenilmemesinin hayal kırıklığı içerisinde "neden??" diye bir mesaj yolladım.
"Festival olmuş iyi hoş" dedi. "Güzel fotoğraflar yakalamışsın, anlatmışsın da günün içinde olup bitenleri ama sen bundan daha iyisin" dedi . "Bir Türk festivali bu Özge" diye ekledi . "Sydney'de gerçekleşen bir Türk festivali bu!.. Bize hissettir bunu" dedi . Türkiye'de ki Türklere, oradaki Türklerin böyle bir günde neler hissettiklerini, neler yaşadıklarını hissettir" dedi .
Nasıl yani ? "Bilmiyor musunuz ki??" dedim, içimden!..
Gerçekten bilmiyor musunuz?..
Dünyayla kara yolu bağlantısı olmayıp, Türkiye'ye uçakla seyahat süresinin en az 22 saat olup, trafiği sağdan işleyip, mevsimlerin bile ters olduğu için Temmuz ayında kış soğuğu, Ocak ayında ise kavurucu yaz sıcakları yaşanan, dünyanın dibinde bir kıta olan Avustralya'da yaşıyoruz biz. Uzaklığının burda yaşayan 150 bin Türk halkında bıraktığı gurbetçilik hissi, özlem ve memleket toprağının bıraktığı bir boşluk var. Avustralya'da yaşamak tam bir gurbetçilik. Öyle Almanya'da falan, her yaz Türkiye'ye gitmecesine yaşamaya gurbetçilik demiyoruz biz.
Buraya herkesin 2 seneliğine geldiğini de bilmiyorsunuzdur o zaman siz! Biraz para kazanıp memleketine geri dönmek için geldiğini!..
İki Türk bir araya geldiğinde merak edip ilk sordukları soru 'Ne zamandır buradasın?' olur. "25 senedir burdayım ve 5-6 senede bir ziyarete gidiyorum ya da hiç geri gitmedim" şeklinde cevaplar gelir. Onlar da sadece ve sadece 2 seneliğine gelmiştir.
Seneler geçtigi halde burda yaşayıp hala alışamadığımız şeyler var. Aralarında alıştığımız şeyler de olsa bile, yine deli gibi özlediğimiz çok sey var.
Herkes heryerde birilerini ve birşeyleri özler. Çocukluğundan kalan anıları, yaşadığı evi, misket oynadığı, ip atladığı sokakları, bahçeleri, arkadaşlarını, anasını, babasını. Biz de bunları özlüyoruz . Biz bunların eşliğinde bir sürü ayrıntıyı da . Biz gurbetçiyiz! Biz ayrıntıları özlüyoruz.
Sokaklardaki telaşı, kalabalığı. İnsanların uzaktan birbirlerine bağırmalarını, sokaklardan geçen işportacıları, ezan sesini özlüyoruz biz. Özge'ye "Özge Hanım" olarak hitap edilmesini, pazarlara gitmeyi, bir dükkana girdiğinde esnafın seni "hoşgeldin" diyerek karşılamasını, bazen de "oğlum bize iki çay getir" demesini özlüyoruz biz. Gittiğin bir mekanda ödeyeceğin miktarın, faturanın sağ üst köşesine kurşun kalemle karalandığını görmeyi özlerken de etrafımızda ki herkesin Türkçe konuşmasını özlüyoruz biz. Komşuluğu, bindiğin takside şöförün sanki sadece o gün öyleymiş gibi "abla trafik çok berbat bugün, ne taraftan gidelim" demesini, korna seslerini ve eksik kalan, buraya yazmadığm bir çok şeyi daha özlüyoruz biz. İşte sizin alışkın olup bir yaşam parçanız haline gelen bu özel ayrıntıları deli gibi özlediğimizi gerçekten bilmiyor musunuz siz?
Haykırarak "Ne mutlu Türküm diyene " demek istediğimiz zamanlar olduğunda, bunu sadece içimizden diyerek tatmin olmaya calışıyoruz. Haykırsak bile kimsenin aynı duyguyu hissetmiyecegini biz biliyoruz, ya siz? Bilmiyor musunuz?
Ya peki, 8 saat ileride olduğumuz için şehitlerimizin acı haberlerini sizden önce alıp o acıyı sizinle paylaşmak için uyanmanızı beklediğimizi bilmiyor musunuz ? "Yine sehitlerimiz var." şeklinde kahredici mesajlarınızı görünce de size "Biliyoruz. Biz haberi siz uyurken aldık, okuduk, kendi kendimize ağladık . Kimle paylaşsaydık, ofiste karşımızda oturan sekreterle mi? Saatin burda öğlen 4 olmasını iple çektik, siz uyanın diye bekledik. Acınızı hissetmek, sizinle bizim acımızı paylaşmak istedik." demek istediğimizi de bilmiyor musunuz?
Ama şimdi hepsini biliyorsunuz.
İşte tüm bunları o gün aklımdan hızlı bir şerit olarak geçirip, bir kaç paragrafa sığdırıp haberi geri yollamıştım.
Mesaj geldi. "işte buuuuuuuuuuuuuuuu!" dedi bana Nurcan Sabur. "Ellerine sağlık" dedi.
Sevindim ve anında bu hislerin hepsini içinde sakladığım kavanoza geri yerleştirdim . Yalnız bu sefer kapağını kapatırken fazla sıkamadım. O günden beri de aklımdalar. Kaç kere yazmaya başladım. Başlayamadım. Bugüne nasipmiş. İki ülke arasında ve hiç birisine ait olamadan yaşamanın verdiği hisleri bugün kaleme getirdim.
O gün geri dönen haberim için Nurcan Sabur'a teşekkür ediyorum. Bana ayrıca da "Atları şampiyon yapan yedikleri kırbaçlar,insanları başarıya koşturan da ödedikleri bedellerdir. Ödediğin bedeller seni şampiyon yapsın!" demişti . Kırbaçlarınla şampiyon olacağım sevgili patronum!..
Bana "uzaksın" diyenlere de ne diyorum biliyor musunuz?
"Uzak değilim, sadece uzaktayım" diyorum.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.