Hulûsi TUNCA
HANGİ SANATÇI, PAVYONDA REHİN KALMAKTAN NASIL KURTULDU?
Şimdilerde 'nostalji şarkıları' dinlemek yerine 'nostalji anıları' anlatmak ve okumak moda oldu ya.. Bir de üstüne üstlük Sabah'tan sevgili Bülent Cankurt, 'Papermoon Olayı'nı yazınca bana da 'Burhan Çaçan'ın ilk ve son pavyon macerasını anlatmak şart oldu..
Önce; 'Papermoon Olayı'nı özetlemek gerekirse; 'sosyete yazarı' Bülent'in yolu İstanbul'un bu ünlü restoranına düşer geçenlerde.. Bir de bakar ki kapıda kuyruk.. Yemeğe gelenler, masaların boşalmasını bekliyor, tüm masalarda birbirinden pahalı şaraplar içiliyor.. Bülent, bu 'sahneleri' görünce ister istemez sormuş:
"Ekonomik krizi biz mi çok abartıyoruz?.."
Yok be sevgili Bülent.. Gördüğün sahne bana öncelikle Tevfik Fikret'in 'Yağma Sofrası' adlı şiiri üzerine nur içinde yatsın sevgili Cem Karaca'nın sözleri üzerinde biraz oynayıp, besteleyip plak yaptığı 'Yiyin Efendiler Yiyin' şarkısını hatırlattı. Ne diyordu şiirde?
Bu sofracık, efendiler, halkımızın varı yoğu hayatı
Kan ağlayan can çekişen halkımızın
Bekler sizi efendiler, önünüzde titrer durur
Ama sakın çekinmeyin, yiyin yutun yiyin yutun şapur şupur
Yiyin efendiler yiyin!
Bu iştah veren sofra sizin
Doyuncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin
Verir bu fukara memleket nesi var nesi yoksa hepsini
Verir malını, canını, umudunu, düşünü
Rahatını, sağlığını, içinin bütün ateşini
Hadi yuvarlayın düşünmeyin haram mıdır, helal mi?
Hepsi bu nazlı beylerindir, ne varsa ortalıkta
Soy, sop, onur, düğün, oyun, konak, saray, caka
Hepsi sizin efendiler, konak da, saray da, gelin de, alay da
Hepsi sizin hem hazırlop kolayca
Bu harmanın gelir sonu kapıştırın giderayak
Yarın sönmüş bakarsınız bugün çıtırdayan ocak
Hazır mideler sağlam, hazır mideler sıcak
Atıştırın, kapıştırın, tıkıştırın, kapış kapış kucak kucak
Bana ikinci olarak da 'kulakları çınlasın' sevgili Burhan Çaçan'la yaşadığımız bir pavyon macerasını hatırlattı.. Anlattığım birkaç dost 'ille de yaz, millettin şu sıralar gülmeye ihtiyacı var' deyince oturup yazmaya karar verdim..
80'li yılların başı.. Yine Cem Karaca'nın bir şarkısında dediği gibi sokaklar 'Rap Rap' sesinden geçilmiyor.. Ama bu 'rap rap' müzik tarzı değil, 'ayak sesleri'.. Neyse; o yıllarda hem HEY Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni'yim hem de Milliyet Gazetesi'nin Türkiye Liselerarası Müzik Yarışması'nda Jüri Başkanlığı yapıyorum..
Milliyet'in o zamanki Dış İlişkiler Müdürü sevgili Uzman Sağlık Abi [Allah uzun ömürler versin].. Yarışma Batı Müziği ve Halk Oyunları diye iki bölümden oluşuyor. Elemeleri İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Ankara'da yapıyoruz.. Her yıl 'konuk sanatçı' olarak o sıralar çıkışta olan şarkıcı ve grupları yarışma arasında sahneye çıkartıp, liseli seyircilere hoş anlar yaşatmaya çalışıyoruz..
Halk Müziği bölümünün konuk sanatçısı; o sıralar ilk plağı çıkan ve Türkiye'nin yeni yeni tanımaya başladığı sevgili Burhan Çaçan..
Sevgili Mahmut Tuncer'in ise fırtına gibi estiği yıllar.. Burhan'a adeta 'tik' gelmiş.. Taksiye biniyoruz şoföre.. Otelin restoranına giriyoruz garsona.. Büfeden sigara alacağız büfeciye.. Hep aynı soruyu soruyor:
"Gardaş beni tanıdın.."
Kimi 'Burhan Çaçan'sın sen abi' diyor bizimki havalara uçuyor, kimileri dönüp bakmıyor bile bizimki çıldırıyor.. Neyse, ikinci eleme durağımız olan Adana'ya gelip, Milliyet ekibi olarak otele yerleştik.. Soyunduk dökündük [ve tabii ki giyindik] lobiye indik birer fincan çay içmeye.. O da ne? Sanki Cemil İpekçi'nin defilesi var.. Ortalık manken gibi kızlarla kaynıyor..
Meğer yeni bir pavyonun açılışı varmış, kızlar orada çalışmak için gelmişler.. Sevgili Burhan; hemen birine kancayı taktı.. Kız, 'bu işlerin acemisi olduğumuzu anlamış olacak ki' çalıştıkları pavyonun adresini verdikten sonra bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi:
"Aman haaa sakın beni masanıza çağırmayın, hele hele şampanya patlatmayın yoksa pahalıya patlarım?"
Hayatımda ilk kez pavyona gideceğim ve başıma neler geleceğini bilemediğim için hemen Milliyet Gazetesi'nin o dönemdeki Adana Büro Şefi, sevgili Muzaffer Bal abimi aradım.. Durumu anlattım.. "Bir sorun çıkarsa beni evden ara" dedi ['Cepten ara' diyecek hali yok, çünkü o zamanlar cep telefonları 007 James Bond filmlerinde bile yok.. Ulen amma yaşlandık haaaa]
Ve akşam oldu.. Bindik bir taksiye.. Taksici Burhan Çaçan'ı tanımadı ama verdiğimiz adresi çabuk buldu.. İndik. Burhan, "Abey sıkıştım hele bi tuvalete girelim" dedi.. Pavyonun tuvaletinin kapısındaki 10- 12 yaşlarındaki delikanlıya da hemen sordu:
"Beni tanıdın.."
Çocuk tanımamıştı.. Önüne bırakılan kuruşların hesabı içindeydi.. Başını sallamakla yetindi? Neyse Burhan içeriye geçerken ben hemen çocuğun kulağına eğildim:
"Bak aslanım bu abi; türkücü Burhan Çaçan.. Ama sen şaka olsun diye şimdi o çıkarken diyeceksin ki, 'Abey ben seni tanıdım sen Mahmut Tuncer'sin..'
Delikanlı dediklerimi yaptı.. Okkalı bir küfür yedi.. Ve bir masaya geçip rakılarımızı söyledik.. Etraf, oteldeki 'manken gibi' kızlarla kuşatılmış.. İçerisi loş.. Burhan, otelde tanıştığı genç kızı az sonra gözleriyle tarayıp, buldu.. Hemen garsonu çağırıp, kızı masamıza davet etti.. Üzerine bir de şampanya patlatmaz mı?.. Oysa kız otelde ne demişti?
"Aman haaa sakın beni masanıza çağırmayın, hele hele şampanya patlatmayın yoksa pahalıya patlarım?"
O zamanın parası belki bende var 100 lira, Burhan'da var 200 lira.. O sırada masanın hesabı [KMGÖ yani Kız Masaya Gelmeden Önce] gelse gelse 150 lira gelir ki elimizi kolumu sallaya sallaya öder ve çıkarız! Ama kız geldi bir kere!
Rakılar devriliyor, şampanyalar patlıyor, çiçekçi kız masamızın yanından ayrılmıyor.. Burhan'ın keyfine diyecek yok! Bir ara masamıza bakan garson, kulağıma eğildi ve "Abi şu anki borcunuz 1200 lira oldu.. Devam edecek misiniz?.." diye fısıldamaz mı?
Rengim kıpkırmızı ama o loştukta anlamaya imkân yok.. Burhan'ı dürtüp duruyorum onun kızdan başka dünyayı görecek hali yok.. Sonunda Burhan'a o anki borcumuzu söyleyiverdim..
Hemen tüm dünyanın ekonomi kurmayları gibi o da ilk ekonomi paketini açtı ve ilk iş olarak masamıza gelen kızı işten çıkardı [şu 'kovdu' lâfını hiç sevmiyorum da..]
Sonra başladık kara kara düşünmeye.. Benim için rahat; çünkü Adana Büro Şefim, bir telefonda bana bu parayı bulup gönderir? Gönderir de sonra ben nasıl geri öderim o meçhûl..
İşte tam o anda bir mucize gerçekleşti.. Salona iri kıyım bir beyefendi ile arkasında bir 'ordu' girdi.. Tam bizim masanın yanından geçiyorlardı ki, eğilip Burhan'ın yüzüne şöyle bir baktı.. Sonra da "Vaaayyy Burhan'ın senin ne işin var Adanalar'da.." deyip özlemle kucakladı..
Meğer Ağrı'dan bir 'ağabey' imiş! "Hadi kalkın" dedi ve kendisi için daha önceden hazırlanan 10- 12 kişilik masaya bizi davet etti? Biz masadan kalkarken, garsonun kulağına da fısıldamayı unutmadı:
"Bu masanın hesabını da benim hesabıma yazın.."
Belki de magazin dünyasında bir gazeteciyle bir sanatçı ilk kez bir pavyonda..
REHİN KALACAK..
BULAŞIK YIKAYACAK..
Belki de topuklarından vurulacaktı..
Neyse ki Ağrı'dan gelen 'mucize' sayesinde hiçbiri olmadı..
Hey gidi günler heeeey!
Yoksa ben son kitabım 'Hey Gidi Günler'de 70'li yıllarda yaptığım röportajlar yerine bu unutulmaz anılarıma mı yer verseydim? Ne dersiniz?..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.