Hulûsi TUNCA
BAŞINA GÜL DÖKTÜRMEYEN ADAM; FERDİ ÖZBEĞEN!..
Üç yabancı dil biliyordu ve dördüncü olarak Fransızca'yı öğrenmesi için annesi özel bir öğretmen tutmuştu. Bu da yetmedi, 'Madem hariciyeci olmak istiyorsun; genel kültürünü de göstermen için piyano çalmasını da öğrenmen şart' dedi ve piyano dersleri başladı. Bu arada 1963'de babasının vefatıyla yüksek öğrenim yarım kalmıştı. 1961 yılının Ocak ayında; İzmir 1464. Sokak'ta oturan arkadaşlarıyla ilk orkestrasını kurdu. Hatta iki ay sonra Sayanora Pavyon'da sahneye çıkıp, para kazanmaya bile başlamışlardı. Evin tek çocuğu olduğu için; evde ocağın tütümesi onun çalışmasına bağlıydı. Okulu tamamen unutup, Sayanora'da piyanosunun başına oturdu.
Yıl 1961: Sayanora Pavyon'da; müşteriler hep çevre illerin tüccarları, toprak ağaları! Onlar program yaparken localarda da konsomatrislerle müşteriler eğleniyorlar. Önceden konsomatrislerle anlaştıkları için, ara sıra yanlarına gidip locaları ziyaret ediyorlar. O'nda akordiyon, arkadaşında gitar, her locaya 'Portofino' ile teşrif ediyorlar. İçerde durumlar gayet uygunsuz. Söke'den pamuğunu sırtlayıp gelip satan, parasını cebine koyan pavyona koşmuş. Onlar odaya girince ana avrat sövüp kovmaya çalışıyor. Onlar da iyice coşup yakınlarına gelip 'I Found My Love In Portofinooo' diye ortalığı inletiyor. Adam dümdüz gidiyor başından savmak için! Kadın adamın cebinden cüzdanını alıp 'Sevgilim at şunlara iki kuruş da gitsinler' diyerek banknotları cüzdandan alıp yüzlerine atıyor. Bütün locaları dolaşıp harçlıklarını toplayıp çıkıyorlar, yedikleri küfürler de sosu oluyor.
Özel Türk Koleji, genellikle varlıklı aile çocuklarının devam ettiği bir okuldu. Kolej sıralarında aynı sıraları paylaştığı varlıklı arkadaşları, artık selâmı sabahı kesmişlerdi. Onların gözünde bir 'pavyon çalgıcısı'ydı. 1964 yılı ortalarında annesi sinirsel bir rahatsızlık geçirdi. Doktorlar, İstanbul'a yerleşmelerini tavsiye edince, ana-oğul için yepyeni bir serüven de başlamış oluyordu. Çevrenin yabancısıydı. Tam yedi ay gece gündüz demeden Asmalımescit'te iş aradı. Ama nafile. Bir gün Hilton Oteli'nin önünden geçerken çılgınca bir fikre kapıldı. Üçüncü sınıf pavyonlardan iş alamazken, İstanbul'un en büyük otelinden iş isteyecekti. Umutsuzluğun verdiği ölçüsüz bir cesaretti bu.
Otel Müdürü, onu Polonya asıllı bir müzisyen olan ve Atatürk'ün uygun görmesiyle Türk vatandaşlığına geçen Feridun Şenaltındağ'ın yanına götürdü. Feridun Bey, ona otelin bir orkestraya ihtiyacı olduğunu söyledi. O, yalan söyledi, 'İzmir'de çok iyi bir orkestram var, iki gün içinde burada olurlar' dedi. Soluğu Müzisyenler Kahvesi'nde aldı. İşsiz müzisyenlerle ayaküstü bir orkestra kurdu. Enstrümanlar kiralandı ve ertesi gece Hilton'da programa başladılar. 1965'de Altın Mikrofon'a katıldı. 'Sandığımı Açamadım/ Kes Kes' adlı şarkılarını söyledi ve 96 kişilik Büyük Jüri'nin oybirliği ile birinci ilân edildi. Bu orkestraya daha sonra katılan müzisyeler arasında Okay Temiz ve Esin Engin de bulunuyordu. Bu ödül; müziğe daha çok bağlanmasına neden oldu.
Hilton'dan Çınar Otel'e geçen sanatçı, otel greve gidince, orkestrasını dağıttı. Atlas Plâk şirketinin sahibi Polat Tezel, bir gece Ferdi Özbeğen'i dinlemeye gitti. Programdan sonra 'Gel' dedi 'Sahnedeki repertuvarını aynen plâğa aktaralım'. O; piyanosunu, üç arkadaşı da İspanyol gitar, davul ve kontrbasını alıp stüdyonun yolunu tuttular. Dört buçuk saatte plâğı bitirdiler. Yıl 1978. Plâkçıların vitrinlerini yeni bir albüm daha süslemeye başladı: 'Ferdi Özbeğen'le 45 Dakika'. Tam üç ay vitrinlerde tozlandı durdu. Dönüp bakan bile olmadı. Derken inanılmaz bir olay gerçekleşti ve albüm peynir-ekmek gibi satmaya başladı. Plâk, o dönemin koşullarıyla rekor sayılabilecek 50 bin rakamına ulatı. Artık Türkiye bu muhteşem piyanist-şarkıcı'yı konuşuyordu. Paylaşılamıyordu Ferdi Özbeğen..
'Memleketi' İzmir'in gazinocuları da özellikle Fuar zamanı onu sahneye çıkartabilmek için adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı.. Ve İzmir Fuarı'ndayız.. Yanlış hatırlamıyorsam Golf'te.. Benim de konuk olduğum bir gece.. Tam da 'Kandil' şarkısını söylerken.. Garsonun biri yanaştı, elinde tepsisi ile.. Ve bir anda tepsinin içindeki gül yaprakarını Ferdi Özbeğen'in başından aşağı dökmeye başladı.. Aman Tanrım; assolistlerin, şantörlerin, şantözlerin, dansözlerin arayıp da bulamayacakları bu sahne onu çıldırtmaya yetmişti.. Bıraktı piyanosunu döndü seyirciden özür diledi ve kulisin yolunu tuttu.. Hemen kulise koştum her şeyden önce bir gazeteci olarak.. Bu olayın nedenini öğrenmeliydim.. Ve öğrendim de.. Meğer o gül yaprakları piyanonun tuşları üzerine düşünce, gül yağından dolayı tuşlar kayganlaşıyor ve dolayısıyla parmakları da kaydığı için gönlünce çalamıyordu.. O günden sonra kimseler onun başından aşağı gül dökmeye cesaret edemedi.. Haberi alınca 'Kandil'i söylemeye başladım içimden..
'Ay ışığında yola koyuldum/ Elimde kandil, gözümde mendil/ Vefa arıyorum, dost arıyorum/ Şefkat arıyorum, aşk arıyorum/ Vefa uzaklarda kalan bir his/ Dost, eski şarkılardan bir iz/ Şefkatse bardaki sarışın kız/ Dizlerimde derman, kandilimde yağ bitti/ Bulamadım gitti..'
Ve Ferdi Baba da gitti.. Işıklar içinde uyu büyük adam! Türkiye seni asla unutmayacak!..
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.